Helöö sevgili okur. Yine başının tango yaptığı, sonunun ise hunharca halay çektiği bir yazımla daha buradayım. Geçtiğimiz hafta kendi kendime ‘Aytenciğim’ dedim. Kendimle hesaplaşırken genelde ‘-ciğim’ takısını kullanırım. Zira bu takı üsluba samimiyet katarken, bir tike de ciddiyet ve ikaz katıyor. Her ne kadar sık sık ‘cıvık’ sıfatıyla karşı karşıya kalsam da, kendimle ciddi konuşmayı seviyorum. Demek ki benim cıvık bir insan olmam tamamen muhatabımla alakalı. Şimdi onlar düşünsün…

Neyse, kendi kendime ‘Neden biraz daha derinliği olan konular seçmiyorsun ki Aytenciğim’ dedim. Sonra da yine kendi kendime büyük bir suskunlukla cevap verdim. Ben zaten küçükken de böyleydim. İşime gelmediği zaman cevap olarak suskunluğumu kullanırdım. Eğer karşımdaki cevap almak da ısrar ederse (ki bu annem ya da babam oluyordu genelde) ‘Söz gümüşse, sükût altındır’ diyordum. Evet, bunu diyordum çünkü sağ olsundu ilkokul Türkçe kitapları. Bu tarz atasözlerini 9 yaşımdan beri bilirim. Sözelci kafasına sahip olmak bunu gerektirir çünkü.

Aslında bu atasözü ilk birkaç seferinde baya işe yaradı. Çünkü bastı bacak bir tipin böyle bir kelamla konudan kaçması, ebeveyn için büyük şok oluyor. (Anamın babamın yalancısıyım) Düşünsene daha dün altını bezlediğin kepçoz; sanki gece kaçamağında madigudisiyle magazin muhabirlerine yakalanmış yarı ünlü gibi sessizliği kullanarak yüzüne yüzüne patlayan flaşlardan kaçmaya çalışıyor. Allahtan bilinçli bir çift ebeveyne sahiptim ki, ağzımı yüzümü dövmediler.  Ama tabi az evvel de dediğim gibi bu taktik ben diyeyim iki, siz deyin üç kez işe yaradı. Sonrasında malum yine suskunluk, yine halı deseni izlemece…

Yalnız bu halı deseni incelemece sadece bizde mi var acaba? Mesela Michigan’da yaşayan 11 yaşındaki JR. John da okulda kız arkadaşını oyun alanında çamura ittiği için babasından azar işitirken, salondaki halının desenlerini inceliyor mudur? Gerçi allahın Michigan’ında yaşayan Greenwood ailesinin salonunda bizimki gibi baklava desenli halının ne işi var? Böyle de kendi kendimi çürüttüğüme göre, bu konuyu geçebiliriz. Çünkü benim egom biraz zedelendi şu an.

Ego da çok acayip bir mekanizma ya. Popo gibi mesela, her insanda var. Ve yine popo kadar gerekli bir şey.  Ama nedense herkes egoya ‘tü kaka’ muamelesi yapıyor. ‘Yok efendim egosu yüksek insanın zekası düşük olur, yok efendim egolu insan loserdır…’ Bunları duydukça nasıl üzülüyorum sevgili okur bir bilsen. Şaka şaka üzülmüyorum, hiç mi derdim yok buna neden üzüleyim. Tabi ki şu an size ego şöyledir, böyledir diye anlatacak değilim. Ama kavgada falan ‘ökküz gibi egon var be’ diye olumsuz anlamda bile olsa kullanıldığı için Freud ne kadar seviniyordur ha. Çünkü bence kendisi biraz deliydi.

Ama tabi ki yine kendimi durduramadığım ve Freud’un yüzü suyu hürmetine ego ile id arasındaki o ince çizgiyi iki örnekle açıklamadan da geçemeyeceğim. Mesela insanlarla iyi ve sağlıklı ilişki kurabiliyorsanız, ‘toplum içinde aklı başında oturup kalkmayı bilir, aşırı hareketleri yoktur ve rahatsız edici bir tip değil’ diyerek anılıyorsanız büyük ihtimalle egonuz sağlıklı çalışıyordur. Ama yine mesela sabah telefon alarmından önce zınk diye uyanıp yataktan zıpçıktı gibi kalktığınız için böbürleniyorsanız işte o zaman sizin egonuza değil ama ‘id’inize birkaç kötü cümle hazırladım. Çünkü arkadaş ortamında sizi pislik, bencil, düşüncesiz bir tipe çeviren olgu egonuz değil; ‘id’inizdir. Arkadaş insan bu yüzden böbürlenir mi? Bir kere kendiliğinden sabahın kör gözünde uyanmak nedir? İnsan doğasına tamamen ters olduğunu düşünüyor ve bu konuda ısrar ediyorum. Size erken kalkmayın malak gibi 11’lere kadar uyuyun diye dikte etmiyorum ama en azından gözünüzü seveyim şu konuyla hava atmayın. Siz yine alarmdan önce uyanın ama ortamlarda ‘Ben 10’dan önce uyanamam ya’ falan deyin.  Egomuzla, idimizle falan oynamayın. (En azından benimkiyle) Azıcık vicdanı olan bunu yapar çünkü, Teşekkürler. (Bu arada id konusunda verdiğim örnek tabi ki benim inisiyatifimdeydi ve kişiden kişiye değişebilir. Ben sadece bu insanları uzaya göndermek istediğim ve -biraz kaba olacak ama- bok atmak için seçtim)

Hem zaten bence kargalarla birlikte güne başlamak çok sağlıklı bir psikolojinin göstergesi değil. Eğer siz de daha alarmınız çalmadan uyanıyorsanız bunu bir düşünün derim. Kesin bilinçaltınızda bu mevzuyla ilgili ayarda bir bozukluk vardır. Bundan utanmayın. Kendinizi ve yaşamınızı sorgulayın.

Ne demiş Sokrates: ‘Sorgulanmamış yaşam, yaşanmaya değer değildir.’ Koca filozof yalan söyleyecek değil ya. Gerçi onu da baldıran zehriyle öldürmüşler. O zamanda da doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlarmış demek ki. (Bakın bir atasözü daha) Ben dinliyorum üstadı şahsen sık sık sorgularım kendimi. Sorgulaşmayı hayat biçimim yaptım ve hayatıma derinlik kattım. Yalnız son sorgulama seansımda azıcık delirir gibi oldum, hemen gidip günlüğüme yazdım bu durumu.

Şimdi de delilik deyince aklıma geldi. Dün gece Genco Erkal’ın efsane oyunu ‘Bir delinin hatıra defterini’ ikinci kez izleme şansına nail oldum. Zaten sahnede Genco Erkal varken, o oyunun kötü olma ihtimali yok ama ben yine de söyleyeyim: Muhteşem bir oyun. Fırsatı olanların izlemesini tavsiye ederim. Üstelik oyunun ardından kendinizi sorgulamanız ve derinlik kazanmanız da garanti.

Yine derin bir konuyu sizinle paylaşamadan yazı bitti. Buraya kadar sabırlı okuduğunuz için teşekkür ederim.

Kestik!