Herhangi bir kaynaktan alıp anlatmayacağım burada Sezen Aksu’yu; bendeki yeri çok büyük olan insanlardan biri olduğu için tamamen içimden geleni paylaşmak istiyorum sizlerle.

Yüreği başka bir güzel insan, derim ben onun için… Sevmeyeni hiç sevmez, seveni de gönülden bağlanarak sever Sezen’i. ‘Sezen’ diyorum çünkü kırk yıllık dostunmuş gibi adıyla hitap edesin gelir. Kırk yıllık dost bilince de tüm derdini, acını, mutluluğunu, umudunu, her şeyini onunla paylaşmışında senin kaleme alamadıklarını o senin için yazmış gibi hissedersin şarkılarını dinlerken. Hep mi nokta atışı yapılır o sözlerle, hep mi insanın içini cızlatırsın ya da o şapşal kelebeği uyandırıp kanatlandırırsın müziğinle derken bulursun kendini. Yaşın 15 olsun, 45 olsun hiç fark etmez bence…

Lafın gelişi falan değil, kelimenin tam anlamıyla portakalda vitaminken bile dinlerdim ben Sezen’i. Annem Sezen hayranı, genç kızlığından beri dinliyor. Hâlâ Sen Ağlama (1986) albümünden herhangi bir şarkıya denk gelip dinlerken başka bir zaman dilimine geçtiğini fark ederim; zira 18 aylık nişanlılık dönemi boyunca uzun yol gemisinde çalışan babamı beklerken dinlediği, çıktığı ilk günlerde babamın ona hediye ettiği albümdür!

Küçüklüğümün anılarını kurcaladığımda fon müziği tadında muhakkak bir Sezen şarkısı duyarım. Bütün kasetleri ilk gününden alınır. Tüm albümlerin albüm kapakları düzenlenip set olarak CD formatında tekrar basıldı, biz onları da aldık koyduk arşivin arasına. Öyle bir deliysek demek… Ve o yeni baskı albümlerde bile, ilk kez alınıp dinleniyormuş gibi şarkılar başa alına alına dinlendi bizim evde. Gülümse derken içlenip ağlayıp zırlamalar ayrı, keyiflenip Rakkas geldi meydane diye göbek atması ayrı… Hele ki bir imza gününe gitme anım var ki benim için on gün el-yüz yıkamama sebebi tadındadır. Vakt-i zamanında dişlek bir çocuktum; bunu gören Sezen, sevimliliğime dayanamayıp kucağına almış ve “Mithat Can’a alayım mı kız seni?!” demiştir. Allaaaam keşke buradan duysa sesimi de bir daha bir düşünse şu işi! (Öhöm neyse, toparlayayım kendimi ben! Ne diyordum, heh…)

Son üç senedir, düzenli olarak konserlerinin müdavimi de olarak canlı canlı dinlemenin nasıl bir haz olduğunu yaşamaktayım. Konserden çıkınca bir yandan feleğin tokadını yemiş gibi dağılmış hissederken diğer yandan da stand-up gösterisine gitmiş gibi kahkahanın suratta bıraktığı aptal bir sırıtma ifadesini takınıp kalıyorsunuz.

Neyse, Sezen denince laf bende uzar gider, derin duygusal mevzulara hiç girmeden yavaş yavaş sona geleyim. 13 Temmuz doğumlu olmasının ve 40. sanat yılının hasebiyle bu haftanın Ustası Sezen’di. Ruhu bedenine sığmayan deli kadın, minik serçe…İyi ki doğmuş dileklerimi buradan da ileteyim, belki denk gelir görür okur; belli mi olur? Hem okursa şansıma şu Mithat Can’a alma işini bir daha bir düşünür, düşünmez mi? =/

Bin küsur şarkının içinden seçmesi zor olduğu için yüreğinin büyüklüğünü, içindeki çocuğun muzurluğunun en güzel görülebileceği anlardan biri olan 2002 yılında gerçekleştirmiş olduğu Türkiye Şarkıları konserini buraya bırakıyorum size, izleyin ve de keyifle dinleyin…