Soul’den sonra çalışacağım yer olan Saçon’a geldim. Saçon bir köy yada kasaba ne derseniz deyin. Ocak ayı, hava soğuk ve kapalı. Güney Kore’nin en güney’i, okyanus kıyısı. Hava nemli ve kesen bi rüzgar var, sankim Çanakkale.
Hani demiştim ya bi koku var, işte o koku ilk kimçi yi yedikten sonra kayboldu. Demekki, bir kayserili olarak ben, sarımsak kokusunu hiç duymamışım. Bu zamana kadar kimlere koktuysam hakkını helal etsin:).
unnamed (1)
Cep telefonum çalışmamıştı ya, bankamatik kartım da çalışmadı. Halbuki ben bu kartla, ziyaret ettiğim bütün avrupa ülkelerinden para çekebilmiştim. Türkiye’den, burda açtırdığım hesaba eft yaptım. Adreste ayrospace (bilerek yanlış yazdım, anısı varda) yazdığı için bir uyarı çıktı. “Güney Koreye gönderilen eft’ler Amerika üstünden gider, latif matif… gibi isimler aerospace… gibi kelimeler içeren eft ler özel incelemeye alınır”. Vay be olaya bak, Amerika adamların giren çıkan parasını dahi kontrol ediyor. Neticede 60 dolar gibi bi kesintiyle param geldi.
Yaşadığım yerde nüfus çok yaşlı veya çok genç. Bize ekmek yok anladım, bekar geldik bekar gidicez. Zaten altı ay ne olcak….
unnamed (3)
İngilizce bilen kişi oranı çok çok düşük. Düşünüyorum, “Cahil adamlar canım.. Aaa hasbam’a bak! sankim Paris’ten gelmiş. Sen kendi ülkendeki bi kasabaya gitseydin ingilizce bilen kaç kişi çıkardıki”.
İnsanlar hep birbirine benziyor. Ofiste bile karıştırıyorum. Hiç kimsenin ismini aklımda tutamıyorum. Alış verişe gidiyorum anlaşamıyorum. Devamlı “hanguk mal” diye bişey duyuyorum. Nerdeyim diye düşünüyorum. En kötüsü ise yazıları okuyamıyorum. Etrafımda milyonlarca tabela var ama benim için hiç bir anlamı yok. Alien registration kartım çıkmadan hat alamazmışım. Bu nedenle google translate falanda kullanamıyorum ki, derdimi anlatayım insanlara. Hani body language common language di? Zittir lan?
unnamed (6)
Dokuz takla atıyorum yok. Bereket insanlar iyi niyetli. Yardımcı olmaya çalışıyolar. Bazı huysuz yaşlılar haricinde, onlar kollarını öteye kaldırıp, hadi git işareti yapıyolar.
Kedi görüyorum kuyruğu yok. Diyorum, kim keser lan bu kedinin kuyruğunu. Başka bi tane daha görüyorum. Emin olamıyorum, yanlışmı gördüm acaba diyorum. Köpekler küçükcük ve tilkiye benziyor. Cesaretleniyorum; en azından saldırmaya korkarlar diye:)
Akşam hava kararıken Ezan’ı duyucam diye bekliyorum. Maça giden ve atılan Gol’ün ardından tekrarını bekleyen seyirci gibi.
Sokak ta gördüğüm talebe çocuklar bağırıyor “you are handsome”, gülüyorum. Heral de benim onları farklı gördüğüm gibi onlar da beni farklı görüyorlar.
unnamed (2)
Ne yesem şekerli gibi bir tat var. Bildiğimiz yeşil soğan ve biber ama öyle bir sosa bulanmışki kokudan yiyemiyorum. Ama Korelilerin iştahla yediklerini görünce, acaba biz bebekken bu yediğimiz yemeklere yavaş yavaş mı alıştık, diye soruyorum kendime. Annesinin yedirmeye çalıştığı yemeğe burun kıvıran, ağzına aldığını geri çıkaran bebekler geliyor gözümün önüne…
Salatalık, biber, turp turşusu, şekerli. Ya! kızartılmış tavuk şekerli sosla yenirmi arkadaş??? Patates bile tatlı. Hiç görmediğim duymadığım bişey. Duydunuzmu abi?
Markette boy boy soya soslarına doğru koşuyorum, işte bu şalgam diye, ama nafile. Her marka yoğurdu deniyorum, şekersiz olanını bulabilirmiyim diye. Koş vatandaş! şekersiz yoğurdu bulana ikramiye var. Ekşi yeme hissiyatımı bastıracak bişeyler arıyorum. Düşünüyorum ya bu koreli kadınlar hamile olunca ne aşerir acaba?
unnamed (4)
Gördüğüm her dubu ya koşarak, acaba beyaz peynirmi diye kontrol ediyorum. Bizim memleketin insanının çokelek aşkı alay konusudur. Göya kireç kamyonun arkasından koşmuşlar, çokelek zannedip. Lan acaba efsane değilmiki bu hikaye. Gerçekten yaşanmışmıdır. Adam belki Koreye savaşa geldi, burda 4 sene yaşadı. Kim bilir…
Aklım almıyor bu kadar pilavın olduğu yerde nasıl olmaz kurufasulye veya nohut. Domates salçası olmaz mı bir markette. Zeytin?(Dilimlenmiş konserve halinde, tadı tuzu yok). Ekmek? (Anca tost ekmeği. Eğer şansın varsa Paris Baguet’in yaptığı sayılı baguet lerden alabilirsin, plastik gibi).
unnamed (5)
Zaten zaman farkından dolayı her gece 4 de uyanıyorum, uyuyabildiğim süre içinde rüyalarımda devamlı yoğurt görüyorum, dağın arkasının Ankara olduğunu, aslında Peynirci isimli marketin çok yakınında olduğumu görüyorum.
Etrafta budist tapınakları ve buda heykelleri görüyorum. İçime bir korku geliyor. Pazar sabahları tapınaktan gelen ilahilerle uyanıyorum, ya da ne söylüyorlarsa.
Her akşam işten çıktıktan sonra eve yürüyerek geliyorum. Her gün farklı bir yol deniyorum, ve kayb oluyorum. Işıklı tabelaların altında sallana sallana gezen işçi montlu insanlar var. Her bakkalın önünde oturup içen insanlar var. Hepsi masasına davet ediyor “veguk saram” diyolar. Ne diyolar acaba diyorum. Bazen oturup onların içkisinden içiyorum. Hepsi aynı içkiden içiyor, yeşil küçük şişe.
unnamed (7)
Önceki yaşadığım yerin, malumunuz Türkiye’nin, dünya üzerindeki konumunu düşününce, dünyanın tam arkasına geçmiştim. Hani derler ya “dünyanın arkasına sen mi yetişcen?” evet ben yetiştim 🙂
Kendimi başka bir gezegene gelmiş gibi hissediyorum.
unnamed
Çok ender de olsa batılı bir insanlar’la karşılaşıyorum. Kadın veya erkek, tereddütsüz selamlaşıp tokalaşıyoruz, kahve içiyoruz. Hali hazırda lokantada falan karşılaşmışsak birbirimizi masamıza davet ediyoruz. Çünkü biz dünyalıyız ve başka bi gezegende karşılatık. Eğer bir insanla aynı dünyadansanız ve başka bir gezegende karşılaşmışssanız hangi ülkeden olduğunuzun hiç bir önemi yoktur. (Lan keşke bunu insanlar idrak edebilse, savaş mavaş kalmazdı. Herkezi bi kereliğine Koreye mi getirsek acaba).
Yıldızlara bakıyorum. Lan bunların şekilleri ve konumları aynı. Eeee bu kadar şey değişti yıldızlar aynımı? Hemen teselli buluyorum, evet başka bi gezegendeydim ama aynı gök yüzüne bakıyor :))))….
Not: İlk yazımda Türkçe klavyem yoktu, Özür dilerim. Bu yazıda hatamı telafi ettim inş.. Arkadaşım Kenan’dan ayrıca özür dilerim :))).
Biliyorum noktalama işaretlerinde de hatalar var. Öğreniyorum, Öğrenmenin yaşı olmazmış.