‘İşte onun görümcesi benim arkamdan konuşmuş.

Ben onun kızının kocaya kaçtığını orda burada anlatıyormuşum.

Vallahi yalan, ben anlatıyorum da onun arkasından konuşmuş olmak için değil, gençlere örnek olmasın maksadında yani’

derken komşu teyze elindeki kısır tabağını da sehpaya iliştirmeye çalışıyordu.

Ki kısırın kadın günlerinin en önemli ‘item’i olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum.

Ayrıca kısır ve dedikodu ilişkisinin kadına default olarak yüklendiğini savunduğum bir tezim var ki onu bir ara uzun uzun anlatayım.

Neyse…

Son derece iyi niyetle dedikodu yaptığını savunan ve bu yolla komşu kızlarının namusunu

en iyi şekilde koruduğunu gururla anlatan teyzeye

tam da ‘hah konuştuğu balkabağı’ şeklinde seviyesiz bir şekilde tepki verecektim ki,

deneyimli komşu teyzem lafı ağzıma tıktı:

‘Ee sen ne zaman evleniyorsun?’

Teyzenin bu sorusu karşısında kanımın çekildiğini hissederken

artık tehlikenin çok uzağında olmadığımın

hatta bir nükleer bomba ile aynı etkiye sahip bir varlıkla karşı karşıya kaldığımın

bilincine vardım.

Yalvaran gözlerle etrafıma bakarken sessizliğimden faydalanan komşu teyze,

ikinci atağını da yüzüme patlattı:

‘Olsun üzülme, kocaya kaçacağına namusunla evde kal daha iyi’

Beni çok savunmasız bir anımda yakalayan yılan teyzeye

bir kaç saniye boş gözlerle bakmamın ardından

ona göre sahip olduğum en değerli şeyimi

yani namusumu da yanıma aldım ve

‘kıymetlimisss’ diye fısıldayarak gün teyzelerinin yanından ayrıldım.

O gün hayatımın dönüm noktası oldu diyerek abartmakta bir mahzur görmüyorum,

zira genç kızların ‘ne zaman evleniyorsun’ sorusu karşısında yaşadıkları kabus

benim için her zaman büyük geyik mevzusuydu.

 

Ama bu soruyla karşılaşmak maalesef düşündüğüm kadar eğlenceli olmadı. (Hatta hiç)

Çünkü ben yediği kısırla birlikte gücüne güç katmış teyzeye içimdekileri söyleyemedim.

Çünkü ben o yılan teyzeye

‘Şu ara evlenmeyi düşünmüyorum, senin yaşına gelince belki yalnız ölmeyeyim diye ya da menopozu rahat atlatayım diye evlenebilirim’

desem o evde kıyamet kopabilirdi.

Ve de benim zar zor komşu teyzenin elinden kurtardığım namusum ve namı

bu cümlenin ardından üç mahalleye

-pek de hoş olmayan tabirler eşliğinde- son hızla yayılabilirdi…

 

İşte o günden sonra kadın günlerine karşı artık daha temkinli olmam gerektiğinin farkına vardım. Ama yine de günlere karşı hala büyük bir sempatim var.

Tabi ki bu sempatimin en büyük sebepleri tıkınmalıklarla
beni zerre alakadar etmeyen dedikodular.

Ve sonrasında pek tabii ruhumun en derinlerinde sakladığım

yine kadınlara default olarak geldiğini düşündüğüm ‘anaçlık’ duygusu.

Çünkü ben ‘Hangi Yeşilçam yıldızısınız?’ şeklindeki bir testi dört kez çözmemin sonucunda hepsinde de‘Adile Naşit’ çıkmış insanım!

Tabi ki de bir yerlerimde anaçlığın gizlenmiş olması çok doğal.

Ve tabi ki de her anaç kadın günleri sever.

Bence Adile Naşit de vakti olsa günlere giderdi.

Belki de gidiyordu, kim bilir…

 

Keşke Adile Naşit ile aynı güne gidip karşılıklı kısır yeseydik.

Zaten ben de turşu suyunu sirkeli olması gerektiği konusunda kendisiyle hemfikirim.

Zaten ben de turşu suyunun sirkesiz bir halta benzemeyeceğini düşünüyorum.

Zaten ben de turşu suyunun limonlu mu yoksa sirkeli mi olması gerektiği

tartışmasına tüm gemileri yakarak girebilirim..

Bence anlaşırdık.

 

Evlilikten sirkeye kadar nasıl geldim onu çok bilemiyorum

ama sirke bazı konularda limona tur bindirir

onu biliyorum.

 

Gerçi biber gazının ardından da limon tercih ediyorum ama o apayrı bir konu.