Merhabalar sevgili zaman geçtikçe götüme dönmekten korkan anti aging çılgını hanımlar beyler, haza gayler.

Öncelikle durun hemen küfürlü konuştum diye kaçmayın. Neden mi, e neden kaçasınız ki? Göt dediğin içine kaçmış bir yüzden başka bir şey değil. Ayrıca çok da sempatik bir organ. İki kocaman yanak. Çok tatlı.

Konumuz zaten ne göt ne yanak. Konumuz yaşlanmamak için çıktığımız engebelerle dolu yol.

Geçenlerde bir şirkette estetik harekat daire başkanı olarak estetik zamanzingolar şirketinde üst düzey yönetici olarak çalışan bir doktor arkadaşım ile uzun bir müddet sohbet ettim. Bu arkadaşım da botoxun muhakkak belli olduğuna inananlardan, benim gibi.

Çünkü ne kadar belli olmuyor denilse de bendeniz iki kilometre uzakta yürüyen bir kadının belli belirsiz saniyenin binde biri kadar kırpıştırdığı göz bebeklerinin ürkekliğinden botoxu kaç dakika önce yaptırdığına kadar anlayabiliyorum. Ayrıca o belli olmuyor safsatalarına da sinir oluyorum. Yine de bizim bir dinleyicimiz var, o bana arada hediye botox yapıyor ama o kadar bağırıyorum ki, alnımın ortasındaki iki derin çizgi de orada öylece duruyor. Ama psikolojik olarak kendimi iyi hissetmeme yarıyor. Fakat gerçekten hiç yapılmamış gibi oluyor. Sende bir kez filan.

Daha sonra botoxu detaylı olarak yazarım bu yazımızın konusu o değil.

Bu estetik cihazlar ve ilaçlar şirketinde yönetici arkadaşım “Thermage” diye tek seanslık bir cihazdan bahsetti. Tek seansta ısıyı derin dokuya mı bişeye bişey yapıyorlarmış, o da içeriden kolajeni mi bişeyi harekete geçiriyormuş, bişeymiş.

Bu tip sobetlere girerken önce kaç paralık bir iş olduğunu sorarım. Eğer beni aşıyorsa hiç dinlemem. Çünkü moralim bozulur. O yüzden anlatmaya başladığı anda atıldım kaç para diye. Seansı on bin liraymış!

Aman gözünü seveyim, benim kesinlikle böyle bir bütçem yok. Benim yaşlanma karşıtı işlere ayırabileceğim bütçe senede üç yüz lira civarı. Hadi de ki dört yüz lira.

“O zaman dedi, kolajen içeceksin.”

Ha tamam dedim, bana bunlarla gel.

Bir arkadaşım da o kadar yüzü toparlamış ki, ne yaptın ölümü gör dedim, Ayça kolajen içtim dedi.

Buraya kadar şahane.

Google’ı açıp da araştırmaya başladığımda karşıma zibil gibi bir ton kollajen çeşit ve markası çıktı. Kadınlar Kulübünün forumlarını okudum ettim, orada da her kafadan ayrı ses çıkıyordu. İçerikten filan da bahsedilmiyordu. Bir de birbirlerine canım tatlım matlım diyorlar, çok kötü oldum.

Konuyu derinlemesine araştırmak üzere Google’da bulduğum tüm kollajenlerin içerik ve fotolarını ve tabii fiyatlarının resimlerini indirip bu doktor arkadaşıma yolladım.

Eczacıbaşı’nın Vonka’sından Solgar’ın Hyalüronik asitli hapına, Collazen’in sıvı formundan toz kollajenlere kadar bir çok markaya rastladım. Bir de o zamana kadar hiç bir bilgim olmamasına rağmen bir Fransa ziyaretim sırasında Isocine – Fermete diye bir markayı satın aldıydım. Bu da 40-50 euro civarıydı fakat bilgi sahibi oldukça bunun o kadar anlamlı olmadığını öğrendim çünkü kollajenin üç tipi de toz olan bu paketlerde vardı. Oysa doktor arkadaşım bu kollajenlerin cilt elastikiyeti için olanlarının tip 1 ve tip 3 olduğunu, tip 2’nin eklemlere iyi geldiğini ve tip 1 ve tip 3’ü birlikte alabileceğimizi ama tip 2’yi ayrıyeten almamız gerektiğini söyledi. Yani hem eklemlere hem cilde iyi gelen kolajeni birlikte alma dedi.

Ben de bir eczaneye girdiğimde Suda diye bir markaya rasladım.

Fiyatı 380 kaatmış da 340’a düşmüş. Ama almadım. Hemen fotosunu çekip arkadaşıma yolladım.

Dedi ki kollajen miktarının 10 bin miligram, minimum 8 bin miligram hidrolize kollajen peptiti olması gerekiyormuş (artık hidrolize peptitler meptitler ne demekse.)

Suda tüm bunların içinde en aklına yatanıydı arkadaşımın.

Fakat “Oha amma güzel görüküyon ne yaptın” dediğim arkadaşım (kesinlikle botox, dolgu gibi şeylere karşı) Vonka kullandığını söylemişti ya, doktor arkadaşım Suda’nın içeriğinin Vonka’dan daha iyi olduğunu söyledi. Bir milyar da probiyotik varmış. Ben de yakşalık yirmi gündür kullanmaya başladım.

Aa harbiden esas mevzuya gelemedik bir türlü. Evet yaklaşık yirmi gündür Suda’yı kullanmaya başladım. Sonuçlarını anlatmadan önce belirteyim, bu yazıyı okuyan herkesi de Youtube’daki Radyo Karavan sayfamızdaki Ayça ve Toni ile Ev Hali programımıza bekliyorum. Abone olup zil düğmesine basarsak içerik eklenince haberi gelir filan. Paso bu tip gündelik hayat ve hayat felsefesi konuşuluyor.

Zaten bu yazıyı yazmaktaki amacım da google’da çok aranıldığını tahmin ettiğim ve benim de hayatımda epey yer tutan konulara yer vererek radyomuzun dinleyici kitlesinin dışında dostlara ulaşıp günden güne çoğalmak. Misal daha sonraki konularımızda yastık yorgan seçim maceralarımız, temizlik malzemeleri, veganlık ve olmaya çalışırken başımıza gelen bin türlü dert, efendime söyleyeyim, koltuk döşeme yaptırmadan önce nelere dikkat etmeliyiz gibi çok önemli konularda yazılar yazacağım ki, millet ararken hem radyoya rastlarsın hem de Youtube Radyo Karavan sayfamıza üye olsun.

Neyse gelelim Suda’ya…

Ne dediydim, yirmi gündür içiyorum.

Yeaaani öyle bana pek bir değişiklik var gibi gelmiyor fakat Youtube’da yaptığımız Tv programını seyredenler sürekli soruyor sen cildine bir şey mi yaptın diye. Yok valla, işte bu Suda’yı içiyorum.
Eczanede ille al diye yakama yapışan eczacının 340 tl dediği Suda’yı internetten sipariş ile 180 tl’ye aldım. Ay inşallah sahte değildir ama henüz kurbağaya dönüşmedim.

Üç çeşidi var sanıyorum bu Suda’ların. Ben suya koyup karıştırılan toz olanlarından 30 adetlilerinden aldım. Çünkü gerek hapların gerekse de sıvıların kollajen miktarları düşük; doktor arkadaş en iyisinin toz kollajen olduğunu ve balık kollajen olduğunu söyledi. (Gerçi vegansanız içemezsiniz, koyu veganların içmesi yassah.)

Bu 30 saşelik kutu ile satılanın içinde bir de karıştırmak için shakerı var. Ama bende shaker bi boka yaramadı, kaldırdım attım ve demir kaşık sokmadan Çin çubukları var ya, tahta hani, onunla karıştırıyorum. Ne bileyim, annem her zaman vitaminli şeylere demir sokulmaz derdi.

Bu Suda’nın kokusu çok fena. Şehirler arası tuvaletlerde kullanılan yoğun bir oda kokusu içiyormuşum gibi hissediyorum ama Fransa’dan aldığım C Vitaminliydi, o bayağı ilaç gibiydi tadı, bu karpuz aromalı, aşırı da şekerli ama limonlu gibi olandan daha berice. Kötü şeyler düşünmemeye çalışıyorum içerken yoksa midem aniden kalkabilir o kokudan. Çiçekler böcekler, hayat güzel filan.

Şimdi bu Suda’yı üç ay kullanacağım. Sonra üç ay ara vermek gerekiyormuş. Fakat doktor arkadaşım şey dedi, üç ay Suda’yı kulandıktan sonra Solgar’ın tip 2 kollajenli ve hyolüronik asitli haplarından kullanabilirsin üç ay, ya da Efa One omega 3 kullanabilirsin dedi ama hayal meyal bundan on sene önce balık yağının o kadar da iyi bir şey olmadığını mı okumuştum bir yerlerden diye hatırlıyorum. Neyse onu başka bir yazıda detaylıca anlatırım.

Arkadaşlar ileriki yazılarımızda kollajenin sonuçlarını da satır aralarında geçiririm. Gerçi Youtube’da da görürsünüz.

Bu anti aging, saç baş, yok efendim bilmem nelerle ilgili aklıma geldikçe yazarım.

Zaten sabahları da 09-11 arası da radyokaravan.com (yani bu adresten) bizi dinleyerek hep bu konular ve daha nicelerine rastlayabilirsiniz.

Sevgili kemik dinleyicilerimiz, siz anladiniz oni. Şimdi bu yazıyı kollajen diye google’da search eden yurdum insanını avlamaktır niyetimiz. Hem bu vesile ile biz de gülmüş oluruz. Bence iyi bir ilk. Bu da kemik ekipten algoritma ve bilgisayar mühendislik başkanı Tüleyman’ın fikriydi.

Ayrıca yazmamı istediğiniz, uzmanlarına ulaşarak en iyi ve doğru bilgiye ulaşmamı istediğiniz başka şeyler varsa alta yorumlara yazın.

Acaba haftaya bone chine ince porselen tabak çanak yazısı mı yazsam yoksa dağ bisikleti konusuna mı girsem.

Durun bir süre karı kız mevzularına dalalım ya hoşuma gitti.

Haydin kalın sağlıcakla.