Gezegenimiz Jamboree bir zamanlar galaksinin en özel yerleşimiydi.

Doğal kaynaklarımızın bolluğu ve jambrolarımızın mülayim yaradılışları eşi görülmemiş bir refah ve barış ortamı sağlamıştı. Diğer gezegenlerde var olan sınırlar, sınıflar ve savaşlar bizim için söz konusu bile değildi. Bu ortamdan doğan medeniyet bizi kendi içimizde öyle mutlu kılıyordu ki yüksek teknolojimize rağmen dışa açılmayı gereksiz buluyor, evrenin bir köşesinde kendi halimizde yaşayıp gidiyorduk. Öyle ki gezegenlerin çoğu varlığımızdan tamamıyla habersizdi. Neredeyse unutulmuş gezegenimize kadar gelen savaş haberleri nedeniyle durumun bu şekilde devam etmesini istiyor, bu nedenle ihtiyaç sahibi gezegenlere ulaştırdığımız yardımların büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirilmesine özen gösteriyorduk.

James Christensen
James Christensen

 

Bu yardım faaliyetlerin birinde uzay gemilerimizden birine kaçak olarak binip gezegenimize gelmeyi başaran bir çocuğun 5 milyon yıllık kadim Jamboree tarihini değiştireceği kimin aklına gelirdi ki?

Jamboree Gezegenlerarası Yardım Kuruluşumuz, Lucifax taki küresel felaket neticesinde acil bir yardım operasyonu düzenlemişti. Felaketin büyüklüğü karşısında dehşete kapılan JGYK üyelerinden biri gizlilik tedbirlerini ihmal etmiş, küçük bir Lucifax lıya görünmüş, kendisini izleyen çocuğun gemiye saklandığını da farketmemişti. İlk defa yaşanan bu olay karşısında Jamboree Delagasyonu derhal toplanmış, uzun tartışmalar sonucunda ihmali yapan ve suçluluk hisseden JGYK üyesinin sorumluluğu üstlenmek konusundaki ısrarlarına dayanamayıp çocuğun kalmasına karar vermişti.

Lucijambro adı verilen çocuk gezegendeki yaşama hızla ayak uydurmuş zamanla tüm jambroların sevgisini kazanmıştı. Kendisini büyüten jambronun delegasyonun en yaşlı, dolayısıyla en saygın kişisi haline gelmesi hayli zor elde edilen JGYK üyeliğini kolaylaştırmış ama kimse bunu yadırgamamıştı. Artık her yardım operasyonunda görev alıyor bu konuda neredeyse ısrara varan bir heves gösteriyordu. Hiçbirimiz iş işten geçene kadar Lucijambronun bu operasyonlarda ne işler karıştırdığını göremedik. Egemenlik kurmak amacıyla, gittiği gezegenlerin yeraltı ve yer üstü kaynaklarını sistemli bir şekilde yok ettiğini, bu yolla bize muhtaç hale gelmelerini sağlamayı hedeflediğini öğrendiğimizde savaş gemileri Jamboree ye varmıştı bile.

Benzeri görülmemiş bir yıkımla karşılaştık. Hiçbir gezegenle iletişim kurmamış olmamız bzim için dezavantaj olmuştu. Kendimizi savunmamıza fırsat vermek bir yana merhamet göstermek bir anlık seçenekleri bile olmamıştı.

Savaş teknolojileri hayli gelişkin bir gezegen, intikamını psikolojik tahribata yol açan bombasıyla alınca Jamboree bugünkü hayalet gezegen haline geldi. Çünkü bu bomba, etkisinde kalanlara hayal edilebilecek en büyük zararı veriyor:  umudu yok ediyordu. Savaş gemileri geri çekildiğinde hala gezegenimizi baştan inşaa edecek kaynaklara sahiptik. Ama kimse kılını kıpırdatmıyordu. Lucıjambro saldırılarda hayatını kaybetmişti. Delegasyonun hayatta kalan üyeleri toplanmaları gerektiğini konuşuyor ama bir türlü bir araya gelmiyorlardı. Jambroların zihinlerinde artık tek bir kelime çınlıyordu:

“Ne değişecek ki”

Uzun bir zaman sonra Jamboree Delegasyon Üyeleri bir dizi tesadüf sonucu bir araya geldi. Umutları yoktu ama eski günlere duydukları özlem vardı her birinin yüreğinde.

İçlerinden biri

“Bomba etkisini psikolojik olarak gösterdiyse panzehiri de psikolojik olmalı.” dedi. “ Kaybettiğimiz şeyi bulabilirsek ona sahip olamayız belki ama öğrenebiliriz”

“Sanmam” diye cevap verdi biri bıkkınlıkla.

“Öğrensek ne olacak ki”

“Bulamayız zaten, nerde vardır ki “ diye sordu biri.

“İhtimal vermiyorum ama daha genç gezegenlere bakmak lazım”

İşte o an Gezegen Dilleri ve Karşılaştırmalı Kainat Edebiyatı Profesorü Tranko Buskas:

“Ben öyle bir yer biliyorum.” dedi. “Buzul Çağı sırasında bazı türlerin korunması konusunda yardım komitesi kurulmuştu. O komitede ben de vardım. Sonradan Dünya yla ilgil bir kitap bile yazmıştım ”

“Dünya mı? Peahh..Boşa zaman harcamak istiyorsan git madem” dedi biri. “Zaten dillerini de hiçbir jambro bilmiyor sayende”

Diğer tüm eğitimciler gibi Profesör de uzun zamandır ders vermiyordu. Zaten kimsenin bir şey öğrenmek isteği de yoktu. Öğrenseler ne olacaktı ki?

Ömrünü genç nesillere adamasıyla ve duygusal kişiliğiyle tanınan Profesör bu eleştiri karşısında çok sinirlendi: “Bir işe yaramayacak biliyorum ama sana inat gideceğim “ diye gürledi ve ilerleyen günlerde de söylediğini yaptı. Hazırlıkları takip eden 6. günün sabahında Profesör Buskas Dünya daydı. Bir daha da kendisinden haber alamadık.

17.07.2015

“Excelsior” gemisinin kaptanı ve tek kişilik mürettebatı olarak yola çıktım. Birincil hedefim Profesör Buskas ı bulmak ve görevini yerine getirip getirmediğini ortaya çıkarmak. Dünya hakkında bilgi edinmek için profesörün kütüphanesinden gezegenle ilgili kitaplara göz gezdirdim. Profesörü bulabileceğimi sanmıyorum ama Dünya yı görmeye karar verdim.

18.07.2015

Yolculuk sorunsuz geçiyor. Profesörden hala haber yok. Yanıma aldığım kitapları okuyorum. Ne kadar çok savaşmış bu dünyalılar. Hiç anlam veremedim çünkü kaynakları ve toprakları yeterli görünüyor.

19.07.2015

Kafam karıştı. Bir sürü dil, din, etnik köken, sınıf, ideoloji. Gezegenler arası seyahat edecek teknolojileye neden ulaşamadıklarını şimdi anladım. Ateşi keşfetmiş olmaları bile mucize..

20.07.2015

Bugün Dünya Tarihini okurken defalarca rotayı kırıp Jamboree ye geri dönmeye kalktım. Auschwitz i ve Hiroşima yı okurken Dünya yı yok etmeye yarayacak bir techizat kurup kuramayacağıma bile baktım. Profesor Buskas sevdiğim saygı duyduğum biri olmasa çoktan dönmüştüm.

21.07.2015

Dünya ya yaklaştım. Okuduklarımdan sonra bu gezegende umudun hala var olması bana imkansız görünüyor. Profesörün anlatacaklarını çok merak ediyorum.

22.07.2015

Dünya atmosferine girer gimez Profesörün mesajı geldi: “Görev başarısız!” Yer belirleyici sinyallere göre inmek için profesörün yakınlarında uygun bir yer aradım ama imkansızdı. Her yer uzunlu kısalı beton bloklarla doluydu. Radarlarına yakalanmayacağımı bilsem de o kadar çok dolandım ki telaşlanmaya başladım. Sonunda suya iniş yapmak zorunda kaldım. Profesöre ulaşmak iniş yapmaktan da zor oldu. Durumlarını bilmesem gezegenler arası festival düzenlediklerini sanabilirdim. Bu kadar çok canlı nasıl bir arada yaşayabiliyordu ve nasıl bu kadar kötü kokabiliyorlardı?

Sinyalin geldiği yer kalabalıklar arasında küçük izbe bir binanın alt katıydı. İçerideki manzarayı görünce elimde fırsat varken Jumboree ye dönmediğim için kendime lanet okudum. Havasız, leş kokulu, karanlık bir yerdi. Berbat bir ezgi ağızlarından çıkardıkları duman gibi havada dolaşıyordu. Profesör beni gördüğü halde yerinden kımıldamadı. Orada bir dakika bile daha durmaya niyetim yoktu ama neler olduğunu öğrenmeliydim.

“Tamam anlatacağım ama duyduklarını kaldırabilmek için şu içtikleri sıvıdan içmelisin” diyerek önündeki bardağı bana doğru itti. Kızılımsı sıvıdan bir yudum almamla tükürmem bir oldu.

“İç dedi, zamanla alışıyorsun.” ve devam etti:

“ Neden burayı seçtiğimi merak etmişsindir. Edebiyat çalışmaları yaptığım yıllarda bu topraklar çok dikkatimi çekmişti. Üzerinde bir sürü medeniyetin kurulduğu ilginç bir coğrafyaydı. Göçler, kendi içlerindeki savaşlar, dışardan gelen saldırılar bu toprakların insanlarını yüzyıllar boyunca hiç yıldırmamıştı. Sürekli yeni medeniyetler, yeni devletler kuruyorlar, din değiştiriyorlar, yeni alışkanlıklar edinip yeni kültürler oluşturuyorlar, bazılarını kendi kendilerine yok ediyorlardı.

Bu yüzden Dünyaya doğru yol alırken yakın tarihlerine göz attım. Neredeyse dünyaya hükmedecek koca bir imparatorluk kurmuşlardı. Sonra bu imparatorluk çökmüş, düşmanları açlıktan kudurmuş kurtlar gibi başlarına üşüşmüştü. Yok olup gidecekleri yerde o yıkıntıdan yepyeni bir devlet kurmayı başarmışlardı. Umudu bulacaksam ancak burada bulurum dedim. Bu duygunun en yoğun yaşandığı yeri seçmek için haberleşme ağlarına girdim. Internet dedikleri bir şey kullandıklarını keşfedince orada araştırma yapmaya başladım.

Yine savaşlar vardı yakınlarda. Yine her gün insanlar ölüyordu. Bir haber ilişti gözüme; Bir grup genç, savaş yıkıntıları arasında yeniden doğmaya çalışan insanlara yardım götürmeyi planlıyordu. Oyuncaklar, kitaplar topluyorlardı. Bundan ala umut mu olur dedim kendime. Birşeyler öğrenebilirsem genç jambrolarımıza umut aşılayabilir, üzerlerindeki ölü toprağını silkelemelerini sağlayabilirdim. Gençler herşeyden önemliydi. Buldum gençleri, izlemeye başladım.

tumblr_nrsi5pyI1j1sggt2wo1_500

tumblr_nrsuc7ewiF1sua6ivo1_1280

Onlarda ne gördüm biliyor musun? Bizi. Bizim eski halimizi. Yardım götürürken duyduğumuz o çocuksu sevinci gördüm. Karşılık beklemeden yapılan iyiliğin yüzlerine verdiği ışıltıyı gördüm. Bir zamanlar birbirimizin yüzlerinde gördüğümüz ışıltıydı o. Hipnotize olmuş gibi peşlerinden gittim. Otobüslere doluşup şarkılar söyleyerek yolculuk ettiler. Gülüyorlardı, mutluydular. Bir zamanlar bizim olduğumuz kadar mutluydular. Ben de mutluydum onlarla birlikteyken. Mutlu hissetmeyeli yıllar olmuştu. Ufacık insanlar büyülemişlerdi beni adeta.

Onları, topladıkları oyuncakları çocuklara verirken izlemek istedim. Çocukların ne kadar sevineceğini hayal ettim. Düşünsene savaştan çıkmışlardı, bizim gibi. Sevdiklerini kaybetmişlerdi ve kimse ellerinden tutmuyordu. Ama bu gençler gelip oyuncaklar, kitaplar vereceklerdi onlara düşün..o çocuklarda yeşerecek umudu düşün. Herşeyi elinden alınmış bir çocuğun yeniden saçı okşanıp kucaklandığı an hissettiği umudu bir daha nerede görebilirdim ki?”

Profesörün gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Farkında değilmiş gibi anlatmaya devam etti

“İndiler otobüslerden. Bir bahçede toplandılar. Yemekler yediler. Kimi yanındakine ciddi ciddi bir şeyler anlatıyor, kimi cıvıl cıvıl kahkahalar atıyor, kimi oyuncaklar, kitaplar nasıl dağıtılacak diye planlar yapıyordu. Tarif etmem imkansız ama havadaydı inanabiliyor musun, umut havadaydı. Vücutlarından taşıp havaya karışıyordu. Buhar gibi sis gibi havadaydı. Koklayabiliyordum. Görebiliyordum neredeyse!”

Sustu profesör, yutkundu. Bir an gözlerine perde inmiş gibi boş boş bakmaya başladı. Derken rüyasında konuşuyormuş gibi devam etti:

“Birdenbire yer sarsıldı; Çağlar öncesinden yeraltına hapsedilmiş bir yaratığın uyanıp silkinişi, dünyanın merkezinden gökyüzüne yükselişi gibi bir sarsıntı. Sanki o topraklara gömülen kin, nefret, öfke cisim bulup çığlıklar içinde yeryüzüne doğmuştu. Fondaki sessizliğin üzerine bitmek bilmeyecek gibi gelen bir çınlama yerleşti.. Öyle ki zaman durdu, hayat havada asılı kaldı sanırsın. Ama birileri dehşet içinde kımıldadı ve o an anladım zamanın durmadığını, hayatın aktığını ve o akış anında ruhların bedenleri terkettiğini hissettim. Dünyadan birşeylerin eksildiğini, yeryüzünün ağırlığının azaldığını..Umut kokusunun çok uzaklara dağıldığını..bir daha biraraya gelemeyecekmiş gibi dağıldığını..çok uzaklara…”

tumblr_nckc6ehy9i1sua6ivo1_1280

Profesör şimdi sarsıla sarsıla ağlıyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. Kimseyi bu kadar dağılmış görmemiştim.

“Öldürdüler anlıyor musun! Hiç suçları yoktu. Kimseye zararları yoktu. Bana umudu hatırlattılar, yaşamayı hatırlattılar. Sevmeyi, karşılıksız vermeyi hatırlattılar. Dönüp herkese anlatacaktım. Yeniden başlayacaktık. Yıkıntılar arasında hala nefes alan suretimizi bulmuş gibi, elinden tutup kaldırmış gibi başlayacaktık. Eski günlerdeki gibi mutlu olacaktık. Sadece o çocukları değil, seni, beni, oyuncak bekleyen çocukları, o çocukların yarınlarını, bizim yarınlarımızı hepimizi, herşeyi öldürdüler.”

Boğazımı yakan sıvı bir anda içimi serinleten bir şeye dönüştü. Kana kana içtim sonuna kadar. Biri iki dolu bardak uzattı bize. Hiç konuşmadan içtik. Profesör sessizce ağlamaya devam ediyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum.

“Sandım ki dünya ayağa kalkacak” diye devam etti Profesör. “Yer yerinden oynayacak, Dünya bir daha aynı dünya olmayacak sandım. Benim canım bile öyle yanmıştı ki insanlık kendinden olan için muhteşem bir devrim yaratacak sandım.”

Merakla dinliyordum. Çünkü ortada böyle bir devrimin izleri yoktu. Hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu hayat.

Masalarda oturan insanlara baktı Profesör. Midesini bulandıran bir yaratık görmüş gibi tiksintiyle buruştu yüzü. “İki günde unuttular. Düşünebiliyor musun, ne patlayan bombayı ne o gencecik çocukların ölümünü, ne ailelerinin acısını..hiçbir şeyi umursamıyorlar. Şunlara bak! İğrenç böcekler!” diye bağırdı.

Hayretler içinde bize çevrilen yüzlere baktım. Profesörün ağladığını görünce sessizce önlerine döndüler. Jambrolar canlandı gözümde. Umutsuz jambro kardeşlerim. Biz de böyle mi görünüyorduk dışardan bakıldığında? İçi saman doldurulmuş ölü hayvanlar gibi..Yok olup gidecek miydik yani. Bitecek miydi Jamboree de hayat?

Düşüncelerimden sıyrılıp profesöre baktım. Bugüne kadar elektrikle çalışıyormuş da biri fişini çekmiş gibi hareketsiz duruyordu. Tamamen içine kapanmıştı. Endişelendim, “Hadi profesör gidelim buradan.”

Cevap vermedi. Bir süre daha sessizce oturmaya devam etti. Sonra birden nereden geldiğini anlayamadığım güçlü bir sesle

“Ben kalıyorum!” dedi.

“Elim boş geri dönemem. Bekleyeceğim. Birileri çıkacak elbet. Çıkıp onların kaldığı yerden devam edecek. Boşuna ölmedi ya bu insanlar. Birileri, etrafa saçılan oyuncakları toplayıp bekleyen çocuklara vermek için gelecek. Yarısı yanmış kitaplarda yazılan masalları okumak için gelecek. Birileri o çocukların yarınları için gelecek. Umudu ölen ama benim gibi inadı sönmeyen birileri gelecek. Onlar geldiğinde çocukların umutları yeniden yeşerecek. Başka türlü olamaz. O umudu ciğerlerime doldurup öyle dönerim ancak!”

Fişi geri takılmıştı sanki. Gözleri ışıl ışıldı. Duruşu, bakışı eskisinden bile güçlüydü neredeyse.

23.07.2015

Jamboree ye doğru yola çıktım. Bir sonraki çağrısına kadar Profesörün Dünyada kalmasını kabul ettim. Anlattıkları içimde bir şeylerin değişmesine yol açmıştı. O farkında değildi ama görev aslında başarıyla tamamlanmıştı.