Kar yağmış, üzerine hava ayaz yapmış, yerler buz. Karnım burnumda son doktor kontrolüne doğru gidiyoruz. Yaz başı hamile kalmak iyiydi de fazladan 25 kiloyla doktor yokuşunu tırmanmayı düşünememişim. Hem de buzun üzerinde. El ele tutuşuyoruz ama düşecek olsam kolum onda kalır, bedenim koparak aşağı doğru sürüklenir. E sen düşünecektin bunu zoi! Yaz başı hamile kalırsam işi de bırakırım oohh ne güzel uzun bir tatil yaparım, deniz, kum, güneş, mojito, Bodrum’da gün batımı, laylay lom diye kısa vadeli planlar yaparsan çat ayazda da doğurursun işte böyle.

 

9 ay süren hamileliği basit bir matematikle 3’e ayırmışlar. İlk 3 ay ‘dikkat kaygan zemin’, ikinci 3 ay ‘kontrollü sollama yapınız’, son 3 ay da ‘kamyon giremez’ levhaları ile anlatılabilir. Annemin sürekli olarak “ay ben sana hamileyken 9 ay öğürdüm, kustum, bana çektiysen vah vah”lamalarına rağmen pek rahat geçen bir hamilelik yaşadım. Sanırım arkadaşlarına “bana çekmiş şekerim, ben de neler çektim, yataktan çıkamazdım, aynı ben” demeye çok hazırlamıştı kendini. Olmadı.

 

Doktorun odasına girdik. Son kez tartılacağım, son kez karnıma dokunarak bebeğin kolu bacağı nerde diye bakacak, son kez normal doğum mu sezeryan mı diye soracak ve artık hastanede görüşmek üzere ayrılacağız yanından. Sevgili eşim büyük bir kararlılıkla normal doğum istediğini söylüyor. İçimden senin k*çın yırtılmayacak tabi diyorum. Sen sünnet olacağın zaman ben gelip dedim mi normal sünnet olsun diye? Verin neşteri iki de ben çizikliycem dedim mi? Demedim. Neyse. Bana dönüyor doktor, tabi yani olabilir de olmayabilir, ama olursa da olmasa da olabilir mi diye bi bakarız diye geveliyorum. Resmen korkuyorum! İnternet denen illette iki tane normal doğum izlemiş, ikisinde de ulan hani leylekler getiriyordu, ben o hikayeye çok güvenmiştim diye hüngür hüngür ağlamışım zaten.

 

Görüşme odasından ayrı olan muayene kısmına geçtik doktor ve ben. Çık bakalım tartıya dedi. Oha, babamla aynı kilodayız. Son günlerde nereye baksam önce burnumu görmeye başlamıştım zaten. Burnumu çıkarıp tartılsam -5 fark eder, o derece. Artık kendini beni yönlendirme konusunda başarısız gördüğünden midir nedir doktor bey epey söylendi kiloma. Ama burnum falan dedim, işe yaramadı. Günü geldiğinde suni sancı ile normal doğum deneyeceğini, olmazsa sezeryana alacağını söyledi. Ne güzel kelimeydi sezeryan. Sarılıp uyumak istedim o kelimeye.

 

Doktordan çıkıp yemeğe gittik. Ne dedi diye sordu eşim, bu günden sonra dikkatli beslen, fazla kilo alma falan dedi dedim, ağzımın kenarından akan kebabın yağını pideyle silerken.

 

İki tane adam, biri profesör doktor, diğeri prezentabl kocam, hayatımın en kritik noktalarından birine onlar karar veriyor. Yağlı yemesin, brokoli kemirsin ve normal doğum yapsın deyip çötenk diye celseyi kapatıyorlar. Ama size bir şey diyeyim mi; Aç ve korku içinde bir kadını yenemezsiniz! Yenemediler.

 

Sezeryan için epidüral iğneler omuriliğime yerleştirildi. Annem heyecandan bayılmasın diye elini tutuyorum; merak etme anne, canım acımıyor. Diğer elinde telefon “ay şekerim hiç bana çekmemiş bu kız, çok sakin, vallahi küt diye bayılacağım”

 

Ameliyata kadar 80-100 arası olan nabzım ameliyathanede 180 vurunca anestezist “n’oldu tatlı qıs, büzükledin?” diye dalga geçti. Galiba o sıra gözlerimden acı acı alev çıktığını görünce anestezi tüpünün vanasını kökledi. Yaklaşık on saniye içinde sanki masada yatan değil de ayakta olayı izleyen kişiye dönüştüm. Hatta sıkılıp ordan da çıktım. Dışarıda, güneşin altında, ellerim cebimde ıslık çalarak geziniyordum.

 

Bir ara bir koşuşturma, bir telaş oldu. Bebeği ilk anneye gösterin diyorlardı. Islak, yapışkan, morumsu, buruşuk bir şeyle göz göze geldik.

 

“Ay pek şeker maşallah. Hayırlı olsun, bebek kimin?” dediğimi hatırlıyorum..

 

Görsel; Vladimir Zotov