Buraya ilk geldiğim gün küçük bir kutlama için, öğlenleyin mc donalds yiyip bira içmiştik. Bu olayın ne kadar büyük bir nimet olduğunu ancak şehrin dışında çalışan insanlar anlayabilir. Öğlenleyin hayatın içine dönebilmek. Dikenli tellerle izole edilmiş, etrafı alabildiğine bozkır bir fabrikada beş sene çalıştım. Herhangi bi ihtiyaç halinde taksi tutup yakındaki kasabaya gidip, mesai saatimden harcadım. İşe gidebilmek için, servise yetiş, bir saat git, iki damla yağmur, kar düşer yol 1,5 saate çıkar. Trafik, korna, sinirli insanlar… çile bülbülüm çile.
Burda ise işe yürüyerek gidip geliyorum. Hatta bazen öğlen yemeğine eve geliyorum, çok büyük bir mutluluk doluyor içime. Ve benim işim kahvehane yada bakkal işletmek, değil, hani işi evin altında olanlardan. Bildiğin koca bi fabrikada çalışan bir mühendisim.
unnamed (10) unnamed (11)
Ne servis ne trafik ne de korna gürültüsü. Toni, diyor ya hep; İtalyanlar, Yunanlılar sabırlı diye, ha bunlar da sabırlı. Kızın teki “hendi ponu” içine düşmüş (yani handy phone’un Korecesi:)), ışık yeşile dönmüş, öndeki araba gitmiş, arkadakilerin hepsi sabırla bekliyolar, çıt çıkarmadan. Dahası akşamları ışıklarda durunca farlar kapatılır, karşıda bekleyenlerin gözünü almasın diye, insanlığa gel.
Bir şey daha, Toni’nin dediği yunanlılar birbirlerine bağırırlar ama asla vurmazlar, ha bunlar da aynı. İki sene iki ay da sadece bir kere birinin birine vurduğunu gördüm.
Anahtarları da attım cebimden. Evin kapısı şifreli, apartman girişi de, ama şifre kapının üstünde yazıyor:). Zaten kapıyı altılık bir pim tutuyor. Kapısını kitlemeyen insanlar bile var. İlk geldiğimde 6 Türk arkadaş vardı ve iki arabamız. Arabanın anahtarı üstüne duruyor, ihtiyacı olan alıp gidiyor. Evet bizim “kale” gibi kapılarımız var, arabanın teybini bile eve getiririz
unnamed (9) unnamed (12)
Her salı ve perşembe, akşam 9’da yüzme antrenmanına giderdim. Gece 12, evdeyim. Çünkü metropol de yaşıyorum, uuuu.
Ama Saçon’da fabrikanın önünden geçen koca ırmağı geçince bir havuz mevcut. Tabi “hoca hocayı tekkede, yüzücü yüzücüyü dakkada bulur”. İşte bi de yüzme takımı buldum, çok güzel olan ama zerre ingilizce bilmeyen Herim hocamızın eşliğinde, hem yüzme hem de Korece öğreniyorum. 6 da kurs başlar 7 de biter 7,5 da evdeyim.
Kafamı kaldırdığımda gördüğüm yemyeşil dağlar beni çağırıyor, baharın gelmesiyle türlü türlü çiçekler açıyor, etraf bal kokuyor.
Ayça çok doğru söylüyor; ben Ankara’ya yerleşince bile anlamıştım İstanbul’da yaşamayıp süründüğümüzü ki okul bitip kampüsten çıkınca, Ankara bile kalabalık gelmeye başladı.
İstabul’da doğdum ve büyüdüm, hiç sevmedim kalabalığını da trafiğini de. Mecbur kalmadıkça otobüse binmedim, yürümeyi tercih ettim yada treni. Üç sene Kayseri de yaşadığımda biraz rahat ettim, ama bişeyler eksikti.
Burası köy, her yer tarla ve dağ. Fabrika koca bir ırmağın denize döküldüğü yerde. Öğle arasında ördek, leylek hatta ceylanların eşliğinde bir yürüyüş yapıyorum. Ama olay eğlenceye gelince, İstanbul köy kalır Saço’nun yanında. Üstelik eve dönmek için taksi tutmana da gerek kalmaz. Yani sesizlik istiyorsan, mavi yeşil bir doğa yürüyüşü, çık evinden yürümeye başla. Yok içesim var az piyasaya bakayım diyorsan o da var. Söyle bana hala İstanbul’da yaşayan orda ne var?
SES DUVARI
Bir gün yorgun işten eve dönerken bir tabela gördüm, ” English Cafe”. İçerde bir adam ve bir kadın kitap okuyolar. Merak ettim nedir diye ama içeri girme cesaretini ancak ikinci akşam gösterebildim.
unnamed (14) unnamed (15)
Max ve eşi Şanella ile, o gün bugün arkadaşız. Max bana Hangıl’ı (Kore alfabesi) bir kağıda yazdı ve açıkladı. Ben o kağıdı altı ay kadar yanımda taşıdım. Artık yazıları okuyabiliyordum, eee ne oldu ki? Daha önce öğrendiğim latin kökenli dillerde bir kelimeyi zaten okuyabiliyordum, sadece anlamını ezberlemek için efor sarfediyordum. Şimdi ilk aşama okuyabilmek, ama gene bişey yok elimde, gene anlamiyorum. Yavaş yavaş kelimeleri ezberliyorum, bir cep defterini sözlük yaptım. Soruyorum ofistekilere, bu ne demek şu ne demek. En çok duyduğum kelimeleri soruyorum, not alıyorum. Evet artık kelimeleri de ezberlemeye başladım. Ama beklemediğim bir engel daha çıktı. Telaffuz ve ses! Korelilerin bazı harfleri bizim alfabemizde yok, tabi bizdeki bazı harfler de onlarda yok. İşte o olmayan harf yada ses ne ise, bütün olayı batırıyor. Adamın şevkini kırıyor, çünkü aynı şeyi söylememe rağmen anlaşılmıyorum. Gerçekten bu sorun çok yorucu ve insanı vazgeçmeye itiyor.
Hangıl’da iki tane o var. Biri “o” diğeri “o”:). Evet bize göre öyle ama Koreliler farkı anlıyor. Türkiye Korece de 터키 yani TOKİ, ama kimse anlamıyor. Herkez ooo Dogil (Almanya, ülkelerin isimlerinin farklı olmasına ben şaşırmıştım) diyor. Ya hayır Toki. Aaaa! Dogil. Bu kelime sadece biri ve bu harf o kadar çok geçiyorki.
Hundai var ya, o aslında Hıyonde. Samsung’da da var o “o”. Ben ilk geldiğimde bana Samsung’un arabasını göstermişlerdi, SM-3,5,7. Çok lüks bir araba, tabiki pahalı. Zaten çok lüks yaşıyorlar ve etiket hastasılar. Dedim bunlar batar bu lüksle. Çünkü herkez son model araba ve cep telefonu kullanıyor. Ama fark ettimki onlar kendi ürününü kullanıyor. Adam zaten maaşını ya Samsung dan yada Hundai den alıyor. Neden yeni çıkmış ürünü kullanmasın ki. Paranın kendi ülkelerinde dönmesinden geçtim kendi şirketlerinde dönüyor.
Max, bana çok şey öğretiyor. Öz Koreli, geçek adını halen daha bilmiyorum. Çoğu Koreliler iki isim kullanıyor biri ingilizce, diğeri Korece. Beni evine davet etti, gittiğim ilk geleneksel Kore evi. Yılbaşı kutlamasının haberini de O vermişti. Geçtiğimiz yazıda paylaştığım fotoğraflar. Her sene şubat 15’de, dolunayda yılbaşı kutlanır, ama kullanılan takvim bizimkiyle aynı. Bambu ağaçlarından yapılan bir evin üstüne adaklar adıyorlar. Osmanlı’daki hat sanatı gibi yazı biçimleri var, o “hattatlara” dilek yazdırıp bambu evinin üstüne asıyorlar. Bazısı para koyuyor bazısı yemek yada eşya. Ama dinle alakası yokmuş, sordum. En sonunda evi yakiyolar. Yaşadığım yerin yaşlı halkını gösteren bi fotoğraf da paylaştım. Burdaki bütün etkinliklere gelir o teyzeler, zaten onlar olmasa kime etkinlik yapcaklar.
Bu gün yayında bahsi geçti, Singapur. Buraya gelince Japonya, Tayland, Malezya, Honkong, Filipin, Kamboçya, Endonezya ve Singapur gibi bize vizesiz yada kolaylıkla vize alabileceğimiz ülkeleri de gezdim. Çok kısa şunu söylemek istiyorum, Singapur’da öyle güzel kızar gördümki, hemen Toni enistenin ” ırklar kırıldıkça güzelleşir” lafı aklıma geldi.
unnamed (17) unnamed (16)
Gördünüzmü, buraya geldim, artılar bitmiyor!
Bizim fizik profesörlerinden, kedi sevgisini ileri götüren Sn. Mustafa Savcı, bana demiştiki “kedi öyle bir canlı ki dünyanın her yerinde yaşayabilir, çölde de kutupta da karşılaşabilirsin” (kutup da??). İşte anlıyorum, insan da aynı kedi gibi her yerde yaşayabilir. Ben de burdaki ortama ayak uyduruyorum. Kongilish’i öğrendim. Yani Hangılın yazım kuralından gelen kelimelerin sonundaki ekler. Mesala ingilizce de ki mat yani matress, Koreceye matı olarak geçmiştir. Ben bir mat alabilmek için (dağlar beni çağırıyor ya), mat, matress bütün kelimeleri söylüyorum ama beni anlamıyor mağazadaki kadın. En sonunda “haaaa matı” dedi. İşte o gün den sonra hayat daha kolay olmaya başladı. Aynı İspanyolca ile İngilizce arasındaki bağlantı gibi. (İspanyolca öğrenme me cok yardımcı olmuştu ki, ispanyol bir arkadaşım bana kendisinin de bu yolla ingilizce öğrendiğini söylemişti). Mesala “exaggeration ve exagracion”.
Korece öğrenmesi çok kolay bir dil. Aynı bizim gibi konuşurlar, geldiğinde, yaptığında gibi. Yani zamanla fiili birleştiriler. Özne yüklem bizimkisi gibi sıralanır. Eğer anlamını da fiile eklerler. Yani her kelimede “eğer” kullanmazlar. Gelirsen, yaparsan gibi. Ural-Altay dili ama onlar Uralı- Altayı derler :).
Eğer Korece öğrenirseniz Çince ve Japoncadan da bişeyler kaparsınız;). Mesala Gora filminin başındaki Japon sahnesinde geçen “Sacin” kelimesini yakaladım, yani resim. Yada Kantonca konuşan kız arkadaşımın konuşmalarında geçen Kore kelimelerini ayıklayabiliyorum. Yani, Korece bilmek işinize çok yarar ve Türkçe bildiğiniz için çok kolay öğrenebilirsiniz. Tek sorun ortak olmayan sesler. O ses duvarını aşmanız gerekir ama bu duvar Mach bir deki ses duvarı değil:))))).