Merhaba,

Çoğunuzla 9 Temmuzdaki programda tanıştık. Bafa Gölü’nde kayalıklara düşen kızım ben; https://instagram.com/dusen_bayan/ 🙂

Dostların bile ortalıkta gözükmediği günlerde çok güzel mesajlar, sıcacık geçmiş olsun dilekleri gönderdiniz bana. Benim için anlamı çok büyük, minnettarım. Bu yüzden kaza ve iyileşme sürecinde yaşadıklarımdan öğrendiklerimi aktarmak istiyorum size. Çünkü gündelik hayatımızda bunların hiçbiriyle karşılaşmıyoruz. Yaşamayanın tahmin bile edemeyeceği absürt bir dünyaymış bu, ben de yeni öğrendim.
Öncelikle söylemeliyim ki; insan ölümle uzuuun yıllar yaşadıktan, toruna torbaya karıştıktan sonra hasta yatağında karşılaşacağını sanıyor. Evet, hepimiz biliyoruz: insanın başına her an her şey gelebilir ama veda mektubunuzu yazıp bir kutu hap içmediyseniz, her an onu bekliyormuş gibi davranmak psikologları zengin etmekten başka bir işe yaramaz. “Müsaitseniz, vefat işlemleriniz için gelicem” demeden, beliriveriyor Azrail. Eğlenceli bir günün akşamında gün batımını seyretmiş akşam yemeği için yola koyulmuşken “Orak mı lan o?” diye şaşırmamın sebebi buydu. Yıllarca hosteslik yapıp tek bir olay yaşamamış, bungee jumpinglerden yamaç paraşütlerine koşturmuş biri olarak ölümün benimle ilgilenmediğine, Azrail’in tipi olmadığıma kendimi inandırmıştım. Uslu uslu yaşadığım şu nadide yıllarda kazandığım bu çekiciliği neye borçlu olabilirdim ki?

10931092_10153453803915809_912098264401270302_n

Öğrendiğim ilk şey bu oldu: bildiğin ölümlüydüm la ben! Ölümlü ne kelime an itibariyle gidici bile sayılırdım. Bir şeyi bilmekle öğrenmek arasındaki farkı o zaman anladım işte. Misal: her şeye kadir ilahi bir güç olduğunu bilirsiniz ama öğrenmeniz için kolunuzu kaldırdığınızda koskoca denizin ikiye ayrıldığını görmeniz gerekir. Yerçekiminin olduğunu bilirsiniz ama öğrenmeniz için yanağınızın 6 metre aşağıda toprağa yapışması gerekir.

Düştüğüm tapınak : Athena Tapınağı/Bafa Gölü
Düştüğüm tapınak : Athena Tapınağı/Bafa Gölü

k_amdf50_Bafa_trip_006

 

Ardından bütün o hastane dizilerinin, House’ların Grey`s Anatomy’lerin tamamen kolpa olduğunu öğrendim. Zira hastane kapısında beni hayata döndürmek için hevesle bekleyen, ilginç vakayı birbirinden kapmak için yarışan doktorlar falan yoktu. Soru sorduğunuzda uygun cevabı vermek için kıvrananlar da yoktu. Hatta soru sorduğunuzda cevap veren bile yoktu. Büyük ihtimal beğenmediği bir maaş karşılığında iğne yapan, kan alan yorgun insanlar vardı. “Kusura bakmayın yanlış bir zamanda ölüyorum galiba” diyesi geliyordu insanın. Son göreceğim şeyin o yorgun, uzak ve soğuk suratlar olacağı fikri, içimdeki kanamadan daha çok titretiyordu beni. Tabii ki serum takan hemşire işini bırakıp “vay benim bacımın başına gelenler” diye dövünmeye başlamasındı ama başucumda siyahlar giyinmiş orak taşıyan bi beyefendi bekliyordu dikkatinizi çekerim! Ve siz de takdir edersiniz ki kendisini sevdiklerim yanımdayken karşılamak isterim çünkü yalnız ve korkmuşken biraz sevimsiz olabiliyorum.

latife ediyorum efenim tüm hemşireler melektir
latife ediyorum efenim tüm hemşireler melektir

 

Bu yüzden hemşirelere o an geliştirdiğim hızlandırılmış kankalık tekniklerini uygulamak zorunda kaldım. Zevzek zevzek konuşmak ve yerli yersiz espriler yapmaktan ibaret tekniğim nedense pek işe yaramadı. Hâlbuki hesaplarıma göre beni acayip şirin bulup sevmeleri, “Hayır ölemezsin, ölmeyeceksin! diyerek daha bir şevkle çalışmaları gerekiyordu. Böylece her Türk evladının acil durumlar için sakladığı B planına başvurdum; Kendini acındırma!  Sonunda, hemşire dayanamayıp daha kötülerini gördüğünü ve kesinlikle kurtulacağımı müjdeledi. İspat etmek için de numaramı telefonuna “Ölümsüz Feyza” olarak kaydetti. Başında hare olan melek resimlerini devlet hastanelerinin acilinde yatanların yapmış olabileceğini düşünüyorum şimdi. Çünkü Gülşah Hemşire’nin başında onlardan birinin oluştuğunu kendi gözlerimle gördüm.

Neyse, ne diyordum, gerçek hayatta o kolpa dizilerde olan birçok şey yoktu, ama onlarda bile olmayan çok daha ilginç karakterler vardı. Ben kırılan kemiklerim ve iç kanamamla kimseye soru soramazken ısrarla ayağına çağırıp soru sormak isteyen bir savcı vardı mesela. O şartlar altında emirlerini yerine getirmek öncelik sıralamamın bir hayli altına düştüğü için iplemedim tabii. Yine de zehir hafiyeler yılmadı: 3 ay sonra gelip ifademi aldılar. Kazayla düşmemiş de biri tarafından itilmişse 3 aya kesin işini görürler, evrak işinden yırtarız diyen iflah olmaz üşengeçler olduklarını düşünüp üzerinde durmadım. Zira üşengeçlik, mustaribi olduğum için en kolay kabul edebileceğim mazeret.

Ayrıca o dizilerde, hasta orada ameliyat edilemiyorsa helikopterle filan başka hastaneye nakledilir bin bir telaşla değil mi? Hastanın başında da bir doktor olur giderken. Gerçek hayatta 112’nin ameliyatı yapabilecek hastane araması saatler sürebiliyor. Bulduğunda ise beklenmedik bir zaman yolculuğu gerçekleşiyor ve bir anda kendinizi helikopterin henüz icat edilmediği yıllarda buluyorsunuz. Katırdan hallice bir ambulansta kilometrelerce yol giderken Azrail boğazınızı sıkmaya başlasa “ bi dakka hemşerim” diyecek kimse yok. Benim yanımda araç hoplayıp zıpladıkça korkuyla karnını tutan, midesi bulanan hamile bir hemşire vardı mesela. Çocuğunu düşüreceğinden o kadar endişelendim ki “bacım gel sen yat, Azrail ayakta da sıkar gırtlağımı önemli değil” diyecektim az daha.

Bu arada sadece kadınları ilgilendirecek bazı detaylardan bahsetmek istiyorum. Ben ananem ve kardeşiyle büyüdüm. Dışarı çıkarken vücut bakımlarına, iç çamaşırlarına ne olur ne olmaz diye çok dikkat ederlerdi. Her sokağa çıkışımız bitmek bilmez bir seremoniydi. Beklemekten delirince “Allaşkına anane ya, başına bişey gelse donuna mı dikkat edecekler” diye isyan ederdim ama kaza sırasında beni de öyle yetiştirdikleri için çok dua ettim onlara. Zira bu tür bir kaza durumunda hastaneye varır varmaz üzerinizde kıyafet olarak ne varsa bahçe makası gibi bir makasla girişerek kesip atıyorlar. Cıscıbıl kalınca insan bütün gözleri üzerinde hissediyor. Canımla cebelleşirken bunları mı düşünücem demeyin. İnanın düşünüyorsunuz. Bir kaç gün sonra yanımdaki yatağa motor kazası geçirmiş genç bir kız geldi. Hemşireydi doktordu ziyaretçiydi o kadar gelip giden oluyor ki kızcağız ağrılarını unutup bacaklarını almamış olduğu için ağlamaya, annesine jilet bul bana diye bağırmaya başladı. Yapma kızım, kim bakacak şimdi, kimse dikkat etmez dediysek de dinletemedik, yıktı ortalığı. Ego mu imaj düşkünlüğü mü bilmem ama insan kuyruğu her şartta dik tutmak istiyor.

Bu seferlik bu kadar olsun. Uzun uzun yazıp sıkmak yerine sık sık yazayım istiyorum. Ölümle yüzleşenlerin büyük aydınlanmalar yaşadığı hayatlarının değiştiği söylenir. Ben kıçımda beliren küçük nalbur dükkânından başka değişen bir şey hissetmiyorum. Yazmak fark etmemi sağlayacak belki de. Bu yüzden Ayça Ve Toni’ye yazmamı istedikleri için çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere..

Feyza Benekli