Yıllanmış arkadaşlıklarınızdan kurtulmak mı istiyorsunuz? Hayal kırıklığından kızgınlığa, şaşkınlıktan umursamazlığa envai çeşit duygu selinde kaybolmaya hasret mi kaldınız? Overlok makinası ayağınıza geldi! Sizlere arkadaş listesi kısaltmanın en etkili yöntemlerinden bahsedeceğim.

11872596_10153676424515809_250935570_n copy

İlk seçeneğimiz bilinen en eski ve en etkili yöntem: “Borç istemek.” Özellikle dostun hası olduğunu ve çok cömert bir yapıya sahip olduğunu her fırsatta dile getiren arkadaşlarınızın, hatta aile fertlerinizin herkesten önce, Usain Bolt u depresyona sokacak bir hızla uzaklaştığını göreceksiniz. Bu yöntemin işlerliği meblağın büyüklüğüyle doğru orantılıdır ancak bazı durumlarda en osuruktan eşya ihtiyacında bile geçerli olduğuna şahit olabilirsiniz. Misal düğüne gideceksiniz ve ayakkabınıza uygun çantanız yok. (Burada bir parantez açıp düğün-nişan dedin mi her zaman dört dörtlük hazır olabilen kadınlara hayranlığımı belirtmek isterim. Bu tip kadınların her zaman hazırlık yapacak vakitleri ve bütçeleri vardır. Ne giyeceklerine aylar öncesinden karar verir, kıyafetlerine uygun ayakkabı,çanta ve takıları günlerce mağaza mağaza arar, Fizan da olsa bulup alırlar. Koskoca Milli Güvenlik Kurulu bile iki ayda bir toplanırken bunlar kuaförleriyle her hafta biraraya gelerek düğünde saçlarını nasıl yaptıracaklarını konuşurlar. Alınacak kararlara göre saçlarda türlü renk denemeleri yapılır, postişler alınır, takılacak uygun saç aksesuarları edinilir. Gelinin bile göz farları yüzüne bulaşmış, rimelleri akmış ve birkaç yıl sonra düğün fotoğraflarına baktığında “Lan taze gelin miyim Bülent Ersoy muyum belli değil niye uyarmadınız olm” diye sinir krizleri geçireceği sürreal gelin başı sönmüşken, bu kadınlar kuaförden yeni çıkmış gibi dururlar. Benim de içinde olduğum diğer bir kadın çeşidi ise şuursuzca herşeyi son dakikaya bırakır. Varlığına güvenilen, yıllar önce alınmış, mağrur bir edayla giyileceği günü bekleyen tek abiye elbise, alınan kilolardan habersizdir. Bütçenin ise düğünü nişanı bırakın mahalle arasındaki ocakbaşına gidecek mecali yoktur. Üç gün aç gezilip 8 e 4 tansiyonla elbisenin içine sığılır. Saçlar naturel görünüm modasına dualar edilerek -işin aslı yataktan kalkıp rüzgarlı rıhtımlardan koşarak gelmiş, yolda kapkaça uğramış görüntüsüyle- kendi haline bırakılır. Ayakkabı mecburen vintage, çanta ise çaresizce retrodur. Masa masa gezip zorla herkesin resmini çeken düğün fotoğrafçısının size gelince “rakı makı bişey yok mu birader” diyerek uzaklaşmasına yol açan makyajın halinden bahsetmek bile istemiyorum.) Konumuza dönelim. İhtiyacınız olan o küçücük çantayı bile içinde mülteci taşıyacakmışsınız gibi ödünç vermekten imtina eden arkadaşlar listenizden hızla kayıp gidecektir.

Diğer bir etkili yöntem arkadaşınızdan “kefil olmasını istemek”tir. Daha cümlenizi bitirmeden acil durum ses kaydı devreye girer: “Canım yaa inan çok büyük yemin ettim, kimseye kefil olmuyorum.” Güvenilir bir insan olmanızın, savcılıktaki ve sosyal camiadaki temiz kağıdınızın hiç önemi yoktur. Az önce suratınıza “insanlık hali falan dinlemem, düşersen bir tekmede ben atarım”diyen kendisi değilmiş gibi sırıtan arkadaşınızın gözlerinden “denizden babam çıksa yerim” diyen insandaki ayrım yapmayan tutkulu kararlılık okunur. Onun için satın almadaki Sapık Süleyman dan, manitasının üçkağıtçı dayısı Kaypak Osman dan hiç farkınız olmadığını anladığınızda arkadaşınızı gönül rahatlığıyla listenizden silebilirsiniz.

Herkeste işlemeyen ancak bahse değer yöntemlerden biri de arkadaşın manita yapmasıdır. Kendi kendine birini tavlamaktan acizse sizin devreye girmeniz gerekebilir. Manita hikayede belirdiği andan itibaren arkadaşınızın ziyaretlerinin gitgide azaldığını, aramaların günaşırıdan ayda bire düştüğünü, konuşmaların hal hatır süresiyle sınırlandığını, arada birbirinize gönderip goygoy yaptığınız komik resimlere, saatler sonra “hiç sırası değil” pankartı taşıyan ikiyüzlü bir gülen surat emojisi gönderilerek cevap verildiğini göreceksiniz. Kısaca arkadaşınız güler yüzle karşılandığı, hatrının sorulduğu, sıkışık zamanlarda alışverişini “lafı mı olur?”diye deftere yazan bakkalı bırakıp yeni açılan AVM ye koşmuştur. Bu tip hikayeler genelde arkadaşın manitadan ayrılıp gözyaşları saçan bir bumerang gibi size dönmesiyle son bulur. Dönmesini istemiyorsanız fırlattığınız noktadan ayaklarınız dötünüze vura vura uzaklaşmanızı öneririm.

aD0Z037_700b_v1 copy

Günümüzde hayli revaçta olan bir başka yöntem “savaş ve barış” başlığı altında incelenebilir. Bu daha çok uzaktan tanıdığınız, listenizde gereksiz bir yer işgal eden insanlar için geçerlidir. Bu kişileri buzdolabınızın kıyısında köşesinde unutulup çürümüş, feci bir kokuya neden olan yiyeceklere benzetebiliriz. Dolabın kapağını açar açmaz leş kokusunun etrafı sarması gibi bu insanlar da siz barıştan söz eder etmez etrafa kin ve nefret yaymaya başlarlar. Tek fark bozulan sebze/meyvenin zamanında düzgün yetiştirilmiş olmasıdır.

cf3ccb4eb137de278532dc56b774a782 copy

Bahsedeceğim son seçeneği başıma gelmeden önce ben de bilmiyordum. Bu yöntem için vefat tarihinizi erkene almamaya özen göstererek bir kaza geçirmeniz ya da hatırı sayılır bir trajedi yaşamanız gerekiyor. Kırk yıllık arkadaşlıklarınızın kırk günde bitişine, yengeç gibi yan yan uzaklaşan insanların tarihi sessizliklerine tanık olacaksınız. Kişisel gelişim kitaplarından öğrenemeyeceğiniz, belgesellerde rastlamayacağınız ibret verici bir deneyim!

Geçirdiğim kazayla birlikte daha önce hiç farketmediğim bir kavram girdi hayatıma: Telafi eşiği. Bu kavramı şöyle açıklayabilirim: Kaza geçiren, hastalanan ya da işten atılan kısaca üzüntü verici herhangi bir olay yaşamış bir arkadaşınız var. Kendisini arayıp “Geçmiş olsun, yapabileceğim bir şey, bir ihtiyacın var mı?” demeniz gerekiyor. Ancak o sıralar kansere çare bulmanıza ramak kaldığından ya da galakside yeni yaşamlar keşfedip Nasayla toplantılar yapmaktan bir türlü vakit bulup arayamadınız. Bu ihmali telafi etmek için yazılı olmayan, süresi kişiden kişiye değişebilen bir süre var. Bu süre aşılırsa yani telafi eşiği geçilirse artık o kişi hiç aranılmıyor. Böylece çok saçma bir şekilde, ihmali yapan siz, ceremesini çeken yine o başından kötü bir şey geçen arkadaşınız oluyor. Double trouble!

Kazadan sonra aylarca arayıp sormayan bir geçmiş olsun demeyen arkadaşlarım oldu. Tesadüfen yolda karşılaştığımızda utana sıkıla açıkladılar: “Bir süre arayamadım, sonra da utancımdan hiç arayamaz oldum.”

Bazıları ise “Aramıyorum ama valla facebooktan hep takip ediyorum seni..” diyerek dumur termostatımı çatlattılar.

Eskiden kişilerin facebook paylaşımlarından karakter analizi yapmak mümkündü. Demek ki artık sağlığı iyi mi, bir şeye ihtiyacı var mı, bunlar da anlaşılabiliyor. Komik kedi videoları paylaşırsam ağrılarım azaldı, siyasi makaleler paylaşırsam çok şükür herşeyim tam anlamına mı geliyor acaba? Fakat günlerce facebooka girmediğimde neden tehlikedeyim, durumum kritik ya da acil yardıma ihtiyacım var gibi sonuçlar çıkmıyor o kısmını anlayamadım. Madem arayıp sormadan facebooktan takip ediyorlar ve herşeyin yolunda olduğuna karar veriyorlar, birkaç gün giriş yapmadığında endişelenip polisi aramaları gerekmez mi?

Ayrıca Afrikalı bir Bushman bile bilir ki facebooka sadece mutlu ve zayıf göründüğümüz fotoğrafları yükleniz.

Bilemiyorum, ilişkilerin geldiği nokta sadece bana mı içler acısı geliyor? Facebook, twitter vs geldi mertlik bozuldu demeyeceğim, hayır. Çünkü hakkını yememek lazım, sosyal medya aracılığıyla nefis şeyler yapılabiliyor. Örneğin facebookta yaşadığım küçük kasabayla ilgili bir grup kurdum. İnsanlar bu grupta kullanmadıkları eşyaları ihtiyacı olanlara ulaştırabiliyor, birbirlerinin kütüphanelerinden yararlanabiliyor, iş-işçi arayanlar birbirlerini bulabiliyor, sahipsiz hayvanlar yuvalandırılıyor, etkinlikler paylaşılıyor vs. vs. Kurduğum başka bir grupta ise Kaş a tatile gelenler birbirlerini bularak Dalaman ya da Antalya havaalanından gelirken aynı aracı paylaşıp masrafı bölüşüyorlar. Geçen yıl dogum yapacak bekar bir anne için facebooktaki birkaç gruptan yardım istedim. Aylarca koli koli yardım yağdı. Hala arayıp bebiş nasıl, bir şeye ihtiyacı var mı diye soruyorlar. Twitter ise muktedire, kişisel olarak veremeyeceğimiz ayarların biraraya gelerek dev bir tokada dönüşmesini sağladığı için önemli.

Ama görünen o ki sosyal medya bizi ilişki tembeli yapıyor. Arkadaşlarımızın doğum günlerini facebook olmadan hatırlamıyoruz. Kutlamak için aynı cümleleri kopyalayıp yapıştırıyoruz. Uzun bir paylaşım yaptıysa okumaya üşeniyoruz. Aramıyoruz. Özen göstermiyoruz. İnceliklerden giderek uzaklaşıyoruz. Çocukken biri gelip en yakın arkadaşımın yüzünü yıllarca görmeyeceğimi, bunun yerine fotoğraflarımızı bilgisayarlara yükleyip üzerlerine tıklayarak iletişim kuracağımızı söylese “bokum gibi uyduruyon olm yürü git” derdim. Zalım bilim kurgu!

Evet hayat zor ve evet çok yoruyor. Ama sorsalar hepimizin mottosu “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey“ Peki güzellik dediğimiz ne? Adriana Lima mı?

Yukarda saydığım yöntemlere rağmen hala arkadaş listemizde kalanlar varsa , güzel atlara binip gitmeden önce onları arayın sorun derim ben. Hemen! Şimdi!