Aslında niyetim bunca aradan sonra şöyle güzel bir hikayeyle dönmekti. Kelimenin tam anlamıyla kazara girdiğim şu yazı dünyasının hakkını vereyim diyordum. Tam aklımdaki hikaye için masa başına oturmuştum ki bir arkadaşım şu fotoğrafı gönderip hipokampüsümün karanlık dehlizlerine gömdüğüm absürd anıların gün ışığına çıkmasına neden oldu ve güzelim hikaye, Star Wars film jeneriği gibi satır satır uzaklaşıp kayboldu.

airhostesses-smoking

 

Sene 1999. 24 yaşımdayım. Hayallerim ve yeteneklerimle ilgili değil, mevcut şartlar ile orantılı kıytırık bir eğitim almışım ve Türkiye de üniversiteden mezun her yüz kişiden doksanı gibi, hayat karşısında ışık tutulmuş tavşan misali dehşet içinde donup kalmış durumdayım. Derken gazetede “Yetiştirilmek üzere hostes adayları aranmaktadır.” ilanını görüyorum. Neden olmasın? Yetiştirilmişliğim var. Hatta o yaşa kadar maruz kaldığım tek şey bu: yetiştirilmek. (Gündemi kaygan memlekette asıl problem neye yetiştirildiğimizin bilinmemesi. )

Hayalimde son derece zarif hostesler ve bir o kadar centilmen pilotlardan oluşan elit bir zümre var ve o zümreye dahil olacağım için heyecanlıyım. Saflık işte..Zira ilk uçuşumda kendimi , birbirlerinin arkasından `…na kodumun…pusu` diye söven, yüzüme ise `mal mal bakma da servisi hazırla` diye tıslayan bir ekibin içinde buluyorum. Pilot servis sırasında kabine türkü çalıyor. Anadolu müziğiyle Fatih Kısaparmak aracılığıyla tanışan Nantes yolcuları kadar şaşkınım. Bütün bunlar gerçek olamaz; üniversite henüz bitmedi ve ben Kamil Koç’la eve dönerken rüya görüyorum herhalde diye düşünüyorum.

Sonraları bunun bir rüya değil kabus olduğunu anlayacağım. Yolcu sayısı artmış ama elimizdeki ikram yetersiz, inen yolcuların artıklarından, gelenlere yemek ayıklamaya çalışıyorken..dizlerimin üzerine çökmüş, ellerim yarısı yenmiş kadın budu köftelerin arasında..iyi durumda domates arıyorum. Saçını düzeltirken alnına soğuk yağ topağı bulaştıran arkadaşımla göz göze geliyoruz. “Geçen gün de bardak yetmedi, kirli bardakları yıkayıp kullandık” diyor utanç ve öfkeden kızarmış yüzüyle. Ulan diyorum söyleseleler inanmazdım. “Bari bone taksaydık” diyor gülmeye başlıyoruz. Gittikçe histerikleşen kahkahalarla..Uğur Dündar ın bastığı merdiven altı imalathanelerinde çalışan işçiler gibiyiz.

 

Çocukluğumdan beri uykuyla aram bozuk. Uçuşların çoğu arka arkaya ve sabaha karşı. Hiç birine uykumu almış, dinlenmiş gidemiyorum. İnsan narkoleptik değilse akşamüzeri 4 te nasıl uyuyabilir ki? Geceyarısı servis kapıya dayanıyor. Doğruca havaalanına gitmek mümkün değil. Önce aynı saatte kalkan tüm uçakların ekipleri toplanacak. Şehrin bir ucundan başlanıyor, kapı kapı dolaşıp hostesler toplandıktan sonra sıra kaptanlara geliyor. Ana base olmadığımız için kaptanlar genelde şehir dışından gelip otelde kalıyorlar. Sıra onlara gelene kadar kötü haber geliyor: uçuşta gecikme var. Evlerimize geri bırakıp tekrar toparlayacak halleri yok, lobiye boşaltıyorlar hepimizi. Koltuk tepelerinde bazen dört beş saat beklediğimiz oluyor. Bu o kadar sık oluyor ki beklediğimiz otellerde yiyip içsek maaşı sıfırlarız. Acıkıyoruz ama kimsenin bir şeyler ısmarlamaya cesareti yok. Bazen gece müdürü falan incelik yapıp çay ısmarlıyor. Kış günüyse ve -5 derecede diken diken olmuş tüylerimizle ince çoraplarımızı kaçırıyorsak acayip seviniyoruz. Birileri yanında bisküvi de getirmişse mutluluğun resmi çiziliyor oracıkta.

sleepy-air-hostesses

Nihayet gitme vakti. Kaptan uykusunu almış taptaze parlayarak lobiye iniyor. Karşısında bir düzine saçı başı dağılmış, makyajı akmış, üstü başı buruşmuş, çorabı kaçmış kadın. Eski karısının klonlanmış haliyiz gözünde. Koskoca dişiler aleminde payıma düşen yaratıklara bak diyen bir ifade beliriyor yüzünde.

Bir keresinde İstanbul da ekipler Laleli de üçüncü sınıf bir otelde kalıyorlardı. O zamanlar, ekipte görevli değilsek, üniforma giymeden günlük giysilerimizle uçabiliyorduk. Yine uzun bir bekleyişin ardından gitme vakti geldiğinde, yüzüme gözüme çeki düzen vereyim demiştim. Lobinin tuvaletinde makyaj yaparken içeri bir Rus kadın girdi. Beni baştan aşağı süzüp ooo işler iyi dercesine gülümseyip göz kırptı. Jeton kadın çıkarken düştü bende. Hayır hayır öyle değil..göründüğü gibi değil! diye bağırırken kapanan kapının ardında boğuldu sesim.

Uçaklar 300 kişilik de olsa gecikmeyi kapatmak için ışık hızıyla hazırlanmamız lazım. Adrenalin biraz uykuyu açıyor. Tanrının insanoğlunu nikotinle sınadığı günler. Uçağın üçte ikisi sigara içilmez bölüm. Bebekli yolcuları o kısma oturtuyoruz. Hemen arkası sigara içilen bölüm. Arada paravan falan yok. Bebeğe bakıp agucuk gugucuk yapan yolcular ellerinde sigara ve çakmakları hazır, ikaz ışığının sönmesini bekliyorlar. Düz uçuşa geçilir geçilmez ışık sönüyor, Pufff bir anda kendimi Lara Fabien konserinde gibi hissediyorum. 50 çakmak aynı anda yanıyor, çift koridorlu uçakta karşı koridor görünmüyor. O zamanlar ekipler de sigara içebiliyor. Servis aralarında galley de sigara içiyor ya da birkaç dakika için uyumaya çalışıyoruz. Rodeo barlarda çalışan garson kızlara benziyoruz. Makyaj yorgun yüzümüzün parçalarını bir arada tutmak için tutkal işlevi görüyor. Eve döndüğümde dev bir kül tablasının içinde yüzmekten geliyormuş gibi kokuyorum. Yüzümdeki de artık makyaj değil, toprak dökülmüş petrolün yanaklarıma ve göz kapaklarıma sıvanmış hali. Yapmayın o kadar makyaj diyeceksiniz değil mi? Ayin yapan şaman büyücüsü gibi boyandığım halde, belli olmuyor bir daha yap diye kaç kez ikaz edildiğimi, küpe takacaksınız dedikleri için 24 yaşımda hiç istemediğim halde kulaklarımı deldirmek zorunda kaldığımı, tırnaklarını uzatamayanlara zorla takma tırnak taktırdıklarını söylemeyeyim o zaman.

oya-aydogan-nuri-alco-yu-goren-bir-kisi-korkup-7311467_9906_m copy copy

Hayal kırıklığımın en büyük müsebbibi ise pilotlar. Çapkınlık her meslekte var, bir yere kadar anlaşılabilir. Pilotların (o zamanlar ve çoğu diyelim) problemi, -asker kökenli olmalarından muhtemel- bekledikleri sonucu alamadıklarında ortaya çıkıyor. Emirlerine amade olmadığımızda sinirleniyorlar! Yeni kabin amiri olmuşum. Dalaman’da yatıdayız. Pilotlar ve kabin ekibi aynı otelde kalıyoruz. Akşam havuz başında sofralar kuruluyor. Odamda huzur içinde kitap okurken ekipten biri gelip kaptanın çağırdığını söylüyor. Biliyorum; içiyorlar. Belden aşağı berbat esprilerin döndüğü muhabbetlere meze olmaya hiç niyetim yok. Nazikçe teşekkür edip yemeğimi yediğimi, yorgun olduğumu, yatacağımı söylüyorum. Ertesi gün uçuşa giderken kaptanın surat bir karış. İngiltere’de uçağa gelen operasyon görevlisine bir bardak portakal suyu ikram ediyorum. Giderken “biraz daha alabilir miyim” diye soruyor. Kalan meyve suyunu kutusuyla veriyorum. Kaptan uçuş dönüşü bana “Sen bittin, uçuş hayatın bitti” diyor son derece öfkeli. Hiçbir şey anlamıyorum. Terör örgütleriyle bağlantım mı çıktı ne oldu? Ertesi gün şirketten aranınca anlıyorum ki meyve kutusuna uyuşturucu yerleştirmek suretiyle kaçakçılık yapıyorum şüphesiyle beni şikayet etmiş! O an gerçekten kaçakçı olmadığıma hayıflanıyorum. Hiç değilse o manyağı topuğundan vurabilecek tanıdıklarım olurdu. Oysa kaçırabildiğim tek şey aklım.

 

İlk yurt dışı yatım Paris. İçim içime sığmıyor mutluluktan. Her an duruma uyanıp Paris i görme şansı verdikleri için para isteyeceklermiş gibi geliyor. Yatı süremiz 10 gün. Dokuz gün uçuyoruz. Bir günümüz var ne olur gidip Eyfel Kulesini görelim diye yalvarıyorum ekip arkadaşlarıma. Demir yığınının nesini görücez deyip yabancı marka şampuan ve sabunları ucuza kapatmak için alışveriş merkezine gitmeyi tercih ediyorlar. Allahtan çok sevdiğim kaptanlardan biri eşiyle gelmiş. Romantik Paris gezilerini mahvetme pahasına peşlerine takılıyorum. İkinci yatımda ekibi yine bihr kadeh şarap içelim, değişik yemekler tadalım gibi tuhaf (!) fikirlerime eşlik etmeleri için ikna edemiyorum; Brüksel’de bir Türk lokantasında oturup köfteler geldiğinde fotoğraf çektiriyoruz. Sinirden gözlerim yaşarmış. Dönerken bir jazz barın önünden geçiyoruz. İçerde yaşlıca fötr şapkalı zenci amcalar müzik yapıyorlar. Filmlerdeki gibi bir ortam. Yaşlı gözlerle bakıyorum “ne işimiz var yeaa” diyen ekibe. Bela mısınız lan deyip tek başıma takılamam, başlarına bir şey gelse ben sorumluyum. Bakkaldan çekirdek alıp otele dönüyoruz.

Uzatmayayım, benzeri yüzlerce hikayem var. Hepsi birbirinden beter. Gezegenler arası Hayal Kırıklığı Olimpiyatları olsa Dünyayı gururla temsil edebilirim.

Eminim benden öncekiler daha da kötü şeyler görmüşlerdir. Özel hava yollarında erkeklerin de çalışmaya başlaması, kokpitte sivilden gelen pilotların artması, üniversite mezunlarının -maalesef-iş bulamayıp havacılığa yönelmesi çok şeyi değiştirdi.

Yine de ülkede işşizlik bu boyutlarda olduğu sürece hiç bir meslekte şartlar iyiye gidecekmiş gibi gözükmüyor. Korkarım Tanrı kapitalistleri bizden çok seviyor.

En kısa zamanda kaybolan hikayemi bulup dönmek dileğiyle…