7.sınıfa giderken annem bir yolunu bulup beni rehberlik ve araştırma merkezine götürmüştü.Bu yüzden uzunca bir süre ona kızdım.Üstelik merkezde çalışan görevlilerden birisi komşumuzdu ve bizi görünce ‘’Sizin burada ne işiniz var?!’’diyerek şaşkınlığını dile getirmişti.

Şimdi düşünüyorum da ergenlik çağının başındaki kafası karışık bir çocuğun böyle bir yere götürülmesinden daha normal ne olabilir ki?Anneme haksızlık etmişim.Komşumuzun tepkisi karşısında ‘’Dallamaya bak!’’diyesim geliyor ama belki de toplumun 1992 yılında bu tür yerlere götürülen çocuklara yaklaşımı daha olumsuzdu.Zamanla algı değişti ve olağan karşılanmaya başlandı.

İki bayan görevli, yetişkinlerin çoğunda rastlamadığım engin bir anlayış,sabır ve sevecenlikle benimle uzun uzun sohbet etmiş,reçete olarak Brezilyalı yazar José Mauro De Vasconcelos’un 1968 tarihli ‘Şeker Portakalı’ kitabını okumamı önermişlerdi.Sadece onu değil devamı niteliğindeki ‘Güneşi Uyandıralım’ ve ‘Delifişek’i de ardı ardında okumuştum.

Zaten ilkokul yıllarında okul dönüşü yer sofrasında öğle yemeğini(genelde sade yağda pişmiş mis gibi yumurta)yerken gözüm hep önümdeki kitapta olurdu.İsveçli yazar Astrid Lindgern’in ‘Pippi Uzun çorap’ı,Alman yazar Erich Kästner’in ‘Palavracı Baron’u,Aziz Nesin’in ,’Borçlu Olduklarımız’ kitabı ilk aklıma gelenler.4. veya 5. Sınıftayken okula kitap getirmemizi isteyen öğretmenime bu kitabı götürmüştüm.Cadı kadın kabul etmemişti.Uygun değilmiş.Yıl 1990’dı herhal.. Bir şekilde elimden kurtulan kitaplar da var.’Pal sokağı Çocukları’ ve ‘Küçük Prens’ gibi..

Fransız pilot Antoine de Saint-Exupéry’nin ((29 Haziran 1900 – 31 Temmuz 1944) ‘Küçük Prens’ kitabını  Türkiye’de benden başka okumayan kaldı mı acaba? Yine de çok gecikmiş sayılmam.

Saint-Exupéry’nin ‘Küçük Prens’i, tüm dünya’da 260 dil ve lehçeye çevrilmiş.Türkiye’de ‘Küçük Prens’ kitap koleksiyonu yapan 40’a yakın kişi varmış.Kitabın çeşit çeşit baskısı var,aynadan okunabilen ters yazılmış çeviriler,üç boyutlu mini çeviriler gibi.Yıldıray Lise isimli koleksiyoner sadece Arjantin’de konuşulan Toba dilinde İncil’den sonra basılan ikinci kitabın ‘Küçük Prens’ olduğunu söylüyor.Mali’de yerel bir dil olan Bambaraca’da basılmış ‘Küçük Prens’,kitabın kapağında siyahi olarak çizilmiş.O derece benimsemişler.Yine Arjantin’de mahkumların gardiyanlar anlamasın diye kendi  aralarında oluşturdukları Gaso adı verilen özel bir dil oyunu varmış ve kitabın bu dilde de baskısı yapılmış.Mehmet Sobacı isimli koleksiyoner,’’Ben Küçük Prens’in kaybedilen çocukluğa bir güzelleme olduğunu düşünüyorum.Kitap asıl zenginliğin,asıl mutluluğun ne olduğuna dair pek çok şey söylüyor’’demiş.Sobacı’’Bence insanların on beş yaşından sonra ve her yıl okuması gereken bir kitap.Dolayısıyla modern bir masal ya da yalınlaştırılmış bir felesfeye giriş kitabı olarak değerlendirilebilir’’diyor.

Yıldıray Lise’de Küçük Prens’in büyükler için yazılmış bir masal olduğu görüşüne katılıyor.’’Çizimler olduğu için belki çocuklara hitap ettiğini düşünüyoruz ama esasında büyüklere çok şey anlatıyor.Bizim tuhaf olduğumuzu anlatıyor.1943’te ilk yayınlandığında Amerikan basınında yer alan bir ilanda ilginç veriler var.Yüzde 100 diyor ki çocuklar için yazılmış bir kitap değil.Yüzde 100 diyor ki yetişkinler için yazılmış bir kitap değil.Yüzde 100 diyor ki bu kitap benim için’’şeklinde konuşuyor.

Yaşça benden büyük bir tanıdığım çok kalın olmayan bir kaç kitap getirmemi istediğinde William Golding’in ‘’Sineklerin Tanrısı’’da seçtiklerim arasındaydı.Hikayenin merkezinde çocuklar yer aldığı için çocuk kitabı sanıp kitabı küçümsemişti.’’Sineklerin Tanrısı’’tıpkı’’Küçük Prens’’gibi büyüklerin daha iyi kavrayabileceği bir kitap.Aslında yetişkinler için yazılan kitaplar beni (bizi ?)ne kadar tatmin ediyor  bundan emin değilim.İnsan yaşlandıkça çocuklaşırmış ya ben de yavaş yavaş daha saf,masum,günlerin ılık bir sıcaklıkla yarı gerçek yarı rüya arasında gidip geldiği masalsı,iyimser,güneşli,sütlü bisküvi kokulu,pamuktan bulutların üzerinde insanların yaşadığını sandığım çocukluğa döneceğim.Bütün önemli çocuk klasiklerini en baştan okuyacağım.(Ciddiyim)Aradığımız bütün soruların cevabı aslında orada.Gerisi laf kalabalığı.8 yaşıma kadar ormanın derinliklerinde sahiden de küçük mavi canlıların yaşadığına renklerin ise sonradan keşfedildiğine inanırdım.(Ne salakmış demeyin lütfen) Öncesi siyah beyazdı çünkü filmlerde siyah beyazdı. Çizgi filmlerde bu kitapların tamamlayıcısıydı.Uçan Kaz en başta.Ah ! Alice Harikalar Diyarında vardı asıl..Arada Voltran,He-Man,Robotech’te ilgi alanıma girmişti.Aynı tadı Hayao Miyazaki’de de buldum.Günümüzün bilgisayar destekli donuk,kolaycı,ruhsuz çizgi filmleri bunların yanında çok yetersiz kalıyor.Şimdiki nesil mecbur bu çizgi filmlere mahkum. En azından izliyorlar,peki hala kitap okuyan çocuk kaldı mı?