Merhabalar çok sevgili radyo dostları, blog okurları, sanatseverler, alış veriş sempatizanları, velhasıl, güzel insanlar!
Ya kim demişti bana bi artiz demişti “Merhaba Güzel insan” diye de arkasından anıra anıra gülmüştük, o da güneş gözlükleriyle dönüp bakmamıştı bile. Ya bak tamamen unutmuşum özneyi. Olayları hatırlayıp özneleri hatırlamıyor olmam esasen ne kadar asil bir insan olduğumu gösterir ama içimdeki mahalle karısı da merak etti acaba kimdi diye.
Neyse ya tohumuna para mı saydım kimse kimdi.
Ne diyorduk sevgili dostlar, bendeniz bir süredir, eğer takip ediyorsanız fark etmişsiniz, tüccarlığın tadına vardım. Şu dükkanımızı açtık açalı artık ne bir resim yapabiliyorum, ne bir kitap okuyabiliyorum, ne de sosyal hayatım kaldı. Eve gelen herkese ürün gözüyle bakmaktan kendimi alamıyorum. Hatta misafirlerimiz koltukta otururken anladığım kadarıyla onlara ürün gözüyle baktığım için yüzümde ebleh bir gülümseme ve hafif dışarı doğru kaymış gözlerimle bakınca onlar da biraz dudaklarını kemirerek bana bakıyorlar. Yani ‘onları nasıl satabilirim’i düşünüyorum o sırada. Onlar da ‘acaba ne düşünüyor’u düşünüyorlar. Fakat o sırada sanki sosyalleşiyormuşuz gibi de ağızlarımız başka konulardan konuşuyor bir yandan.
Yani herkes içinden düşünüyor. Önemli olan dışından ne yaptığın değil, içinden ne yaptığın. Bunu not aldık mı bir kenara? Güzel laftı fakat (bak gene ürün oldu bu da.)
Bence bu benim memur genlerimin özgürlüğüne kavuşmuş olmasının verdiği esnaf sarhoşluğu. Bunun da geçici olacağını düşünüyorum. Çünkü ben aslında çok bağımlı bir karakter olduğumdan buradaki mevzu aslında para kazanmak ya da evde kullanılan eşyalar satma kralıçası olmak değil. Burada mevzu, kendime yepyeni bağımlılık ve obsesyon alanları yaratmak. Evde oturmanın da aşırı bağımlısı olduğum için bütün bağımlılıklarımı bir araya getirdim ve şu anda obsesyondan çatlamak üzereyim. Bir hayvandan farkım kalmadı. Sürekli evde oturup bir şeye takıntı duymaya çalışıyorum.
Bir ardakaşım bu obsesif kişilik bozukluğunun sanatçı ruhlularda olduğunu söyledi. Ben ise bunun aslında bokuyla kavga etme kişilik bozukluğu olduğunu düşünüyorum.
Bendeniz horoz gibi sürekli didişen bir sülalenin temiz kalpli, pamuk prenses ruhlu ferdi olarak, sürekli didişmek ile huzuru bulmaya çalışmak arasında içsel kavgamı bir yandan icra ederken, bir yandan da bunu paraya çevirmek ve paraya çevirme işlemi sırasında kendimle ikinci, içsel bir kavga çıkarmakla meşgulüm.
Bunları niye yazıyorum?
Güzel soru.
Bunları benim gibi anormaller varsa kendini yalnız hissetmesin diye yazıyor olabilirim.
Yahut sırf içerik yapmış olmak, siteyi doldurma amaçlı yapmış da olabilirim (kavga başladı içimde) ya da hiç bir niyetim olmamış, sadece yazmak istediğim için yazmış olabilirim her yazar gibi. Ben elbette üçüncüsünü isterim fakat insanın her zaman istediği olmuyor.
Mesela dün bizi bir inşaat firması arayıp ücret karşılığı villalarının reklamını yapmamızı teklif etti, ben de ona insaniyetten bahsederek utandırdığıma inanıyorum. Dedim ki, her şey para değildir beyefendi, ev karşılığı da yaparız. Adamcağız bir utandı bir utadı. Fakat yüzünü görmeliydiniz. Ben de görmeliydim ama göremedim çünkü mail attı.
Afedersiniz ama sizden daha kıymetli biri var bu hayatta o da Ali Ağaoğlu. Şaka şaka kesinlikle değil.
Tabii ki Memo!
Ve o, şu anda yukarıda hapşırıyor.
Derhal gidip “OĞĞLUUUMMM NEDENN HAPŞIRIYORSUUUNNN” diye yakasına yapışmam gerekiyor. Obsesif bir anne çünkü en nihayetinde oğluna sarar.
Allah hepimize akıl fikir versin. Yaşamak çok zor. Aslında değil ama biz zorlaştırıyoruz.
Galiba bize bir misafir gelmiş ben bebekken ve beni kucağına alıp elinden düşürmüş, ben de anneannemin deyimiyle, “Depüstü dikilmişim” (bkz: Tepe üstü dikilmek) Ondan bütün bu kafa karışıklığı da olabilir.
Acaba bebek ve çocuk ürünleri de mi üretsek ya bak misafir dedim de aklıma geldi.