Duvarın Ötesinde

Yazan: Atilla EREN

 

        Ben Auguste Ciparis; size duvarın ötesini anlatacağım. Her şey 8 Mayıs Salı günü sabah saatlerinde başladı.Tarihi nasıl mı bu kadar net hatırlıyorum, çünkü o gün benim idam edileceğim gündü.

       Tüm gece uyumayıp hayatımın son saniyelerimi saydım. Güneş doğuyordu, penceredeki parmaklıklara alnımı dayadım ama olmadı, son defa güneşi göremedim. Benim hapishanem yerin altında. Sanırım dünyanın en rutubetli , en iğrenç kokan yeri burası.

        Birden çok uzaklardan bir ses geldi; bir gümbürtü ve uğultu birleşerek attıkça arttı. Tarif edilemez bir ses çıktı ortaya; sanırım kıyamet kopuyor dedim içimden. Birden göremediğim güneş tenimi yakmaya, her taraf yanmaya başladı. Kıyamet kopuyordu gerçekten de.Her tarafı griyle kara arası bir renkte duman kapladı.

* İlk aklıma gelen şey Pelee yanardağının patlaması değildi ama sonradan öğrendim ki, Pelee patlamış ve ben hariç herkes ölmüş.

     Hücremde serin bir yer aradım ama bulamadım. Tanrı Mawu beni koru, Tanrı Mawu beni koru diye çığlık atıyordum istem dışı. Sıcaktan erimeye başladığımda ; diz çöktüm , odanın en köşesine gidip sırtımı dayadım ve bu sefer bilinçli olarak dualarıma devam ettim. Tanrı Mawu beni koru, Tanrı Mawu beni affet…

     Saniyeler haftalar gibi geçiyordu. Bildiğim tüm duaları etmeme rağmen hala yanıyordum.Birden aklıma ToussaintL’Ouverture geldi. O olsaydı ne yapardı diye geçirdim içimden, ya özgürlük ya ölüm diye bağırarak ölürdü sonucuna vardım. Bu sonuca varmadan önce ToussaintL’Ouverture ün tüm hayatı gözümün önünden geçti ve sadece bir saniyeme mal oldu bu.

      Zamanın geçmediğini görünce dua etmeye geri döndüm, o saniyelerin birinde aklıma İsa geldi. Bir arkadaşım İsa’dan bahsetmişti, Mawu’yu bırakıp İsa’ya dua etmeye başladım.Tanrı İsa beni koru, Tanrı İsa beni affet. Bu şekilde birkaç saniye daha geçirdim. Fakat dualarım yerini bulmuyordu; beni koruyan da affeden de yoktu.

      Çocukluğumu hatırladım birden, Didier şelalesinin en tepesinden derin sulara atladığımız günleri. Bu işe yarıyor, işe yarıyordu artık saniyeler hafta gibi değil, gün gibiydi.Gözlerimi sıkıca kapattım ve suyla ilgili şeyler düşündüm; düşündüm, düşündüm ve yine yanmaya başladım, dayanılmaz bir acıydı. İçime çektiğim sıcak hava ciğerlerimi yakıyordu, o kadar ki ciğerlerimden çıtırtılar geldiğine yemin edebilirim.Gözlerimi tekrar açtım ve çığlık atmaya başladım.

      Birden bir şey oldu; önümde saydam bir şey belirdi. Bir duvardı bu tam ortasındaki tuğlada bir melek resmi vardı. İsa’dan cevap mı gelmişti. Artık yanmıyordum.Elimi uzattım ve meleğe dokundum.Gözlerimi tekrar açtığımda her taraf bembeyazdı. Kafamı kaldırdığımda beyaz elbiseler giymiş beyaz bir kadın gördüm. Bana seslendi.

-Bay Algue, Bay Algue
-Kimsin sen
-Ben hemşire Louis Bay Algue

     Nasıl yani; bir beyaz, bir zenciye bay diye mi hitap ediyordu. İsmimi doğru söylemese de evet bana bay diyordu.

– Bay Bolin Alque ufak bir baygınlık geçirdiniz ve hastanemize getirildiniz, yakınlarınızla iletişime geçtik.
– Ben, ben o değilim, ben yanıyordum , …
– Bay Algue bilinciniz yerinde değil, hem konuştuğunuz nasıl bir Fransızca sizi anlamakta güçlük çekiyorum.

“Burası neresi” diyebildim güçlükle.
-Doktor Peter Monique hastanesi.
-O, o da kim?
– Bizim ünlü doktorumuz, kanseri iyileştiren adam, novi perfectum hominem
– Kanseri mi iyileştirdi?
– Evet, Fransızların la personne ideale‘i, 21. Yüzyılın dâhisi
– 21. Yüzyıl?

      Bağırmaya başladım, var gücümle bağırıyordum. Sonra koluma bir şey değdirdi beyazlı beyaz kadın. Birden yangın yerinin dumanları geri geldi her şey bulanıklaştı.

      Uyandığımda yine beyaz odadaydım fakat bu sefer ayaktaydım. Kafama bir şey takmışlardı, boynumu oynatamıyordum, kollarımı da kıpırdatamıyordum, ayaklarımdan, kollarımdan ve boğazımdan duvara kelepçelenmiştim.
Odadan içeriye biri girdi. O da bana Bay Algue diye hitap ediyordu.

-Bay Algue kaç yaşındasınız?
– 25
– Nerede oturuyorsunuz?
– Tabii ki Martinik adasında

     Beyazlı beyaz adam gözünü üzerimden ayırmadan bana baktı ve bir süre sessiz durduktan sonra kulağıma şöyle dedi:

– Bay Algue korkarım ki siz şizofrensiniz .

      Tekrar dumanlar doldu ve bulanıklaştı her taraf.Yine her tarafımdan kelepçeliydim. Fakat oda başka odaydı. Her tarafta aynalar vardı. Gözümü kısıp kendi yansımama bakmaya çalışıyorum ama bir türlü netleştiremiyorum. En sonunda kendimi görebildim. Ama nasıl olur, bu ben değilim. Aynanın diğer tarafındaki kişinin de siyah biri olmasından başka hiçbir ortak özelliği yok benimle.

      Beyazlı beyaz adam içeriye girdi yine.

– Ben yanıyordum dedim.
– Bay Algue sizi tedavi edeceğiz az sonra
– Ben Algue falan değilim, Ben Ciparis, Ben Auguste Ciparis
– Anlıyorum, anlıyor Bay Algue; az sonra sizi bayıltacağız ve beyninize gerekli ışınları göndereceğiz.

      Odadan çıktı ve her taraf kıpkırmızı oldu, sonra sarı, sonra yeşil, renkler art arda yanıp sönüyordu. Bir süre sonra tüm renkler birbirine karıştı.Gözlerimi açtım ve küllerle dolu hücremi gördüm. Hapiste olduğuma hiç bu kadar sevinmemiştim.Pencereye alnımı dayadım, dışarısı hapishanemden farksızdı her taraf kül ve is doluydu. Ne oldu anlamadım ama idamım ertelendi galiba diye düşündüm.

      Köşeme çekildim ve birilerinin beni bulmasını umut ederek bekledim, artık saniyeler saniye gibi geçiyordu. Bir hafta da beklesem önemli değildi.Birden ayak sesleri duydum. Yardım istedim. Beni duydular ve kurtarmak için hücremin duvarlarını kırmaya başladılar. Hücreden çıkmadan önce içimden bir söz verdim. “Duvarın ötesinden kimseye bahsetmeyeceğim, Duvarın ötesinden kimseye bahsetmeyeceğim…”.

Gerçekler:

Auguste Ciparis , Martinik adası ve Pelee Dağı
http://tuhafhikaye.blogspot.com.tr/2010/09/pelee-dagi.html

Mawu
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mawu

ToussaintL’Ouverture
http://tr.wikipedia.org/wiki/Toussaint_L%27Ouverture